2003'ün ardından

-
Aa
+
a
a
a

Ocak

“Bir seçimin sonucu değilim ben; bir tarihin sonucuyum.” 

Luiz İnacio da Silva (“Lula”), Brezilya tarihindeki ilk solcu Başkan. (Ayakkabı boyacılığı, maden işçiliği, sendikacılık ve siyaset sürecinden geçerek Başkan seçildikten sonra yemin töreninde yaptığı konuşmadan.)

Türkiye demokratik bir tuhaflığı gidererek girdi yeni yıla; Adalet ve Kalkınma Partisi lideri Recep Tayyip Erdoğan’a başbakan olma yolu açıldı. Erdoğan, başbakan olduktan sonra da özgürlükçü üslubunu terk etmedi; örneğin Kıbrıs konusunda, Kuzey kesiminin çözüm isteğinin görmezden gelinemeyeceğini söyledi. Ancak, bu ve benzeri sorunlarla ilgili genel kararlılık yıl sonuna kadar aynı seviyede sürmeyecekti.

2003 yılı boyunca, bütün dünya en çok savaşı konuştu. Amerika Birleşik Devletleri ile Britanya’nın, kitle imha silahlarını yok etmek gerekçesiyle Irak’a saldırmaları, sadece bu yılın değil; galiba 21. Yüzyıl başının da ana gündem maddesiydi. 

Amerika Birleşik Devletleri bir taraftan yığınağını sürdürüyor, diğer taraftan savaşı hiç istemediğini belirtiyor, Bağdat’taki silah uzmanlarının rahat çalıştıkları ve Irak yönetiminden yardım gördükleri BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından ifade ediliyor, Silah Denetçileri Heyet Başkanı Hans Blix ile Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed El Baradey’den Irak aleyhine, saldırıya gerekçe oluşturabilecek bir açıklama gelmiyor, bütün bunlar olurken Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, halkı savaşa hazır olmaya çağırıyordu.ABD haricinde hemen hemen tüm dünya ülkelerinin kamuoyunun ezici çoğunlukla karşı çıktığı bir ortamda Almanya savaşa katılmayacağını belirtmiş, Fransa da Birleşmiş Milletler’de savaşa yönelik bir tasarının oylanması halinde veto hakkını kullanabileceğini açıklamıştı. ABD’ye karşı kutup oluşturabilecek tek seçenek Avrupa Birliği bünyesinde yarılma vardı. Fransa ile Almanya’nın karşısında 8 Avrupa ülkesinin hükûmetleri savaştan yana tavır alıyordu. Bu arada, Fransa ile Almanya hükûmetlerinin de, savaşa kamuoylarının talebiyle ve ‘insaniyet namına’ değil; Saddam Hüseyin ile önceden yapılmış anlaşmaların geçersiz kalacağı endişesiyle karşı çıktıkları söyleniyordu. Irak’ın işgaline taraftar görünmeyen Rusya’nın ismi de gene bu çerçevede anılıyordu.

Irak’ın 2003 yılında işgal edilmesi, sayısız tartışmanın yanı sıra temel kurumlardan birini de tartışmalı hale getirdi: Birleşmiş Milletler. Örneğin Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell, BM kararı olmadan da saldırıya geçebileceklerini söylüyordu. Yani, ABD, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi çerçevesinde, uluslararası hukuku dikkate almayacağını, tek kutuplu bir dünyanın tek hegemonu olmaya karar verdiğini açık açık söylüyor, hatta bu açıksözlülük bir ölçüde dünyanın dilinin tutulmasına da neden oluyordu. Şaşkınlığı atlatabilenler, bu insafsız saldırganlığa bütün güçleriyle karşı çıkıyorlar; gelecek savaşın terörle değil, enerji kaynaklarıyla, petrolle ve Ulusal Savunma Stratejisi belgesine resmen yazılan emperyal hegemonya ilgili olduğunu söylüyorlardı; hem, Kuveyt’i işgal ettiği tarihe kadar Saddam Hüseyin de Amerika’nın yakın dostlarından biri değil miydi?.. Ama Başkan Bush’un ‘yol haritası’ çoktan çizilmişti. Ocak ayı içinde Kuzey Kore’nin, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’ndan çekildiğini açıklaması da ilginç bir gelişmeydi, ancak bu karar, Irak’ın akıbetini getirmeyecekti Kuzey Kore’ye. Temel sorun kitle imha silahları, deniyordu ama, Amerika yönetimi Irak’ta ‘askerî’, Kuzey Kore’de ‘diplomatik’ çözüm peşinde olacaktı ve bunu da saklamıyordu.

2003 yılı boyunca, Ortadoğu sorunu da hiçbir olumlu gelişme göstermeksizin devam etti. Ocak ayında Tel Aviv’de iki intihar bombacısı ve Gazze’de 9 İsrail füzesi onlarca kişiye ölüm getirdi. Bununla beraber, işgal altındaki bölgelerde görev almak istemeyen İsrailli askerlerin, yani refusnik’lerin sayısı da giderek artıyordu. Yıl sonuna doğru İsrail’in çok prestijli savaş pilotları ve yine çok prestijli elit birlikleri de gittikçe artan sayıda vicdani redciler safına katılacak ve isyanlarını açık mektuplarla Başbakanlarına bildirecek, bedelini de görevden alınarak ve davalara muhatap olarak ödeyeceklerdi.

Ocak ayında, Solomon Adaları’nı Zoe Kasırgası, Avustralya’nın başkenti Canberra’nın büyük bir bölümünü dev orman yangınları ve THY’nın İstanbul – Diyarbakır seferini yapan yolcu uçağını da iniş sırasında sis yuttu.

Brezilya’nın Porto Alegre kentindeki Dünya Sosyal Forumu’nun son gününde, 30 bin kişilik yürüyüşten tek ses çıkıyordu: Savaşa hayır!

Şubat

“Savaşla ilgili kararların gayri ahlâki olduğunun idrakindeyiz, ama bu siyasi bir karardır.” 

Abdullah Gül, Başbakan. (“Tezkere” öncesi, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmadan)

Şubat ayında, Irak’a saldırının ne zaman başlayacağını konuşuyorduk. Türkiye’de, üs ve limanların modernizasyonu için yetki tezkeresi, 193 ret oyuna karşılık 308 oyla kabul edilmiş ve böylelikle 3 bin Amerika askerinin 3 ay Türkiye’de kalmasının yolu açılmıştı. Üzerinde ciddi tartışmaların yaşandığı bir başka tezkere de, ülke sınırları içinde yabancı asker bulundurma ve Türk askerini sınır dışına gönderme yetkisiyle ilgiliydi. ‘Tezkere’ kelimesiyle özetlenen bu tartışmalar sırasında, Amerika yönetimiyle yapılan görüşmelerde, Türkiye’ye açılacak kredilerin de bolca telaffuz edilmeye başlaması rahatsızlık yaratıyor; insanî ve ulusal bir konunun para pazarlığına indirgenmiş gibi görünmesi, AKP Hükûmeti’ni zedeliyordu. Başbakan Abdullah Gül, “Amerika’dan istediğimiz rakam, Türkiye’nin kaybından az” diyor, Washington ise son olarak 4 milyar dolarlık hibe, 2 milyar dolarlık askerî borcun silinmesi ve Irak petrolünden 1 milyar dolarlık pay öneriyor, Ankara bunun üzerine anlaşmanın yazılı olmasını şart koşuyor, Washington ise yazılı anlaşmaya istekli görünmüyordu. Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış da Irak savaşında ilk kurşun atıldığında Türk ekonomisinin sıcak para girişine ihtiyacı olduğunu söylüyordu.Tartışmalar uzarken AKP Hükûmeti, yabancı asker bulundurma ve sınır dışına asker gönderme için yetki tezkeresini Meclis’e göndermedi. Amerikan yönetimi de Ankara’da bulunan heyete, görüşmeleri durdurma talimatı verdi. Bu arada, Amerika’nın askeri teçhizatını, tezkere çıkmadan İskenderun limanı’na indirmesi, tartışma yarattı. Teçhizatın modernizasyon tezkeresi kapsamında limana geldiği ve iznin Genelkurmay tarafından verildiği söylendi, ama Türk yetkililerin o günlerde kendi limanlarına neden giremedikleri hususu bulanık kaldı.

15 Şubat, yeryüzünde yaşanmış en olağanüstü olaylardan birinin de tarihi oldu: Issız Güney Kutbu da dahil, 6 kıtada 600’ün üstünde yerleşim merkezinde aynı anda 12 milyon insan sokaklara döküldü ve saldırı savaşına karşı gösteri yaptı. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük gösteriydi bu. Savaş çıkmadan yapılıyordu üstelik. Rahibinden eşcinseline, ev kadınından evsizine, ninesinden ilkokul öğrencisine, girişimcisinden anarşistine; insanlık âleminin tüm kesim ve yaşlarından temsilcileri muazzam bir renk cümbüşü içinde bu olayın içinde yer aldı. Bu dev gösteriler merkez medyanın nedense dikkatinden kaçtı. Ama, ünlü New York Times gazetesine şu çarpıcı gözlemi de yaptırdı: “Artık dünyada iki süpergüç var: ABD ile Dünya Kamuoyu.” Şubat sonuna gelinceye kadar, dünyanın dörtbir yanında yapılan barış ve adalet gösterilerine katılanların sayısı 30 milyonu aşacaktı.

Bu arada, Türkiye NATO üyesi olarak savaş durumunda topraklarına yönelik bir saldırıda korunma sağlanması için başvuruda bulunmuş ve bunun üzerine NATO karışmıştı. Türkiye, üyelerinden herhangi birine yönelik saldırının, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün tümüne yapılmış sayılacağını NATO’nun hatırlamasını istiyordu. Uzun tartışmaların ardından, NATO Genel Sekreteri George Robertson, Türkiye’nin savunmasına ilişkin askerî hazırlıkların, hızla başlatılacağını söyledi. Söz konusu hazırlık kapsamında, Türkiye için, AWACS erken uyarı uçaklarıyla biyokimyasal savunma sistemleri harekete geçirilecekti.

2003 yılının ilk aylarında Kuzey Kore düzenli olarak ses çıkarıyordu. Şubat ayında, önce, 50 yıl önce Kore savaşını sona erdiren ateşkes anlaşmasından çekilme tehdidinde bulundu Kuzey Kore, ardından da Yongbyon nükleer santralinin yeniden faaliyete geçtiğini açıklandı. Çözüm, elbette, diplomatik yollarla bulunacaktı.

Şubat ayının, önemli gelişmelerinden biri de Columbia uzay mekiğinin, 16 günlük seyahat sonunda atmosfere girerken Texas semalarında infilak etmesiydi. Aralarında bir İsraillinin de bulunduğu 7 astronot hayatını kaybetmiş, patlamanın nedeni hakkında ihmalden gereken bütçenin ayrılmıyor olmasına kadar, çeşitli tartışmalar başlamış, hatta bu vesileyle Amerika’da insanlı uzay uçuşu programları da sorgulanmaya başlamıştı.

İsrail, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde tam abluka ilan ederek, Filistinlilerin İsrail’e girişini yasaklarken Belçika Yüksek Mahkemesi, İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un görev süresinin sona ermesinin ardından yargılanabileceğine karar veriyordu. 1982'deki Sabra ve Şatilla katilamları sırasında sorumluluklarını yerine getirmemekle suçlanıyordu Şaron. Bu arada, Eski Bosna Sırp Cumhuriyeti Devlet Başkanı Bilyana Plavsiç, Lahey Savaş Suçları mahkemesince 11 yıl hapse mahkûm edildi. Plavsiç, 1992 ile 1995 yılları arasında yaşanan Bosna savaşı sırasında, Müslüman ve Hırvat halka zulüm uygulamakla suçlanıyordu.BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs ile ilgili gözden geçirilmiş planı, taraflara sunar ve Kıbrıs Rum Kesimi’nde yapılan başkanlık seçimini Tasos Papadopulos kazanırken Şubat sona eriyordu.

Dünyada her yıl 1 milyon 200 bin çocuk kaçırılarak seks ticaretinde kullanılıyor ve bu sayı artmaya devam ediyor, demişti UNICEF. Mutad açıklamalardan biriydi, kimsenin duyacak hali yoktu, Türkiye yeni tezkereyi tartışıyor, insan kalkanları Irak’a doğru yola çıkıyordu.

Mart

"Liderlerimizin aldatmacaları yüzünden ahlâki olmayan bu savaşta yer almak istemiyorum. Ömrümün geri kalanını Irak'ta yaptıklarımı düşünerek geçirmektense cezamı çekmeye razıyım." 

Stephen "Eagle" Funk, Deniz Piyadesi. (Irak saldırısında ilk vicdani retçi olan Amerikalı asker.)

Yurt içinde yabancı asker bulundurma ve Türk askerini sınır dışına göndermeye ilişkin yetki tezkeresi, Mart ayının başında TBMM’de oylandı. 20 küsur bin ABD askerinin Türkiye topraklarında belirsiz bir süre konuşlandırılmasını öngören Tezkereye 254 ret oyuna karşılık 264 kabul oyu çıktı, ancak Meclis salt çoğunluğu olan 267 sayısı sağlanamadığı için reddedilmiş oldu. Oylamanın yapıldığı dakikalarda, Meclis’e “bir kurşun atımı” uzaklıkta Ankara’nın Sıhhiye meydanında, sendikalar ile meslek örgütleriyle birlikte yaklaşık 70 bin kişi ‘savaşa hayır’ mitingindeydi.

Tezkerenin kabul edilmemesi, ABD kadar, AKP hükûmeti için de büyük bir sürprizdi doğrusu. Ret oylarındaki yükseklik, kamuoyunun yüzde 95’e varan oranda savaşa ve şiddete hayır diyen sesinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yansıdığını gösteriyordu.ABD; üs ve limanlarda başlattığı yenileme çalışmalarına ara verdi. ‘Kuzeyden ikinci cephe’ ifadesinin sayısız kez telaffuz edildiği ve tezkereyle ilgili sıcak tartışmaların yaşandığı günlerde, önemli tartışma konularından biri de, oylamadan önceki Milli Güvenlik Kurulu toplantısıydı. Genelkurmay Başkanı, Irak konusunda hükûmetin yanında olduğunu ifade ediyor, ancak MGK toplantısından bir tavsiye kararı çıkmıyordu. Tavsiye kararının çıkmamış olması, askerin sivil iradeye müdahale etmemesi olarak yorumlansa da, askerin aslında hükûmete destek vermemesi anlamına da geliyordu. Çünkü, pek çok konuda tavsiye kararı alınıyor olmasına rağmen bu kadar kritik bir konuda alınmamış olmasını açıklamak kolay değildi. Kimi yorumcular, tezkere öncesindeki görüşmelerin para pazarlığı gibi görünmesinden ordunun da rahatsız olduğunu dile getiriyordu. Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Amerika’ya asla umut verilmediğini söylüyordu.

Bu arada, AKP, Siirt’teki üç milletvekilliğini de oyların yüzde 85’ini alarak kazanmış ve böylece AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’a başbakanlık yolu açılmıştı. Erdoğan ile diğer üyeler, Meclis’te yemin ederek milletvekilliği görevine başladıktan ve Başbakan Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı Sezer’e istifasını sunduktan sonra Erdoğan, yeni hükûmeti kurmakla görevlendirildi. Birkaç gün sonra 59. Hükûmet işbaşındaydı; Dışişleri Bakanlığı’nda Yaşar Yakış’ın yerinde artık Abdullah Gül vardı.

ABD, Florida’da, meşhur papatya-biçicilerden çok daha etkili olduğu söylenen 10 tonluk MOAB (yani Bütün Bombaların Anası/ya da- Hıristiyan köktendincilerin tercihine göre, kıyamet gününün geleceği yer) isimli bir bombayı denerken Türkiye’de Kıbrıs Zirvesi vardı. Zirve’den, Annan Planı’nın beklentileri karşılamadığı sonucu çıktı. AB Komisyonu, çözüm bulunmadığı takdirde, Rum kesimi’nin mevcut yapısıyla Birliğe tam üye olacağını ve bu durumda, Türkiye’nin, AB toprağını işgal etmiş sayılacağını söylüyordu.

Ortadoğu’da şiddet durmuyordu. Hayfa kentinde bir otobüste meydana gelen patlamanın ardından Amerikalı barış eylemcisi Rachel Corrie, Refah mülteci kampında bir evin yıkımını önlemeye çalışırken üstündeki parlak turuncu montu ve mensup olduğu sivil kuruluşun kocaman yazılmış ismini göremeyen bir askeri şoförün kullandığı İsrail dozeri altında ezilerek hayatını kaybetmişti.

İngilizlerin tanınmış Guardian gazetesi, ülkesinin 1985 yılında Irak’ta, kimyasal savaş cephaneliği olarak kilit önem taşıyan bir kimya atölyesini gizlice kurduğunu yazarken ve Independent gazetesi de başyazısında “Bizim Adımıza Hayır Bay Blair” ifadesini kullanırken ABD, Britanya ve İspanya liderleri, kıta Avrupası’nda toplanacak yer bulamadılar ve eski Portekiz sömürgesi Azor Adaları’ndaki Amerikan Üssü’nde bir “Savaş Konseyi” toplayarak Irak’ta diplomasi için fazla şans kalmadığını söylediler. Başkan Bush’a göre “gerçekle yüzleşme günü” gelip çatmıştı.

Saddam Hüseyin ile oğullarına Irak’ı terk etmeleri için, 48 saat süre tanındı. Irak’taki tüm yabancı basın yayın organlarıyla silah denetçilerinin ülkeden ayrılmaları istendi ve barış çabalarının sonuç vermediği ifade edildi. Irak, Saddam Hüseyin’in sürgüne gitmesi önerisini reddetti. (Yıl sonuna doğru resmî belgelerden öğrenildi ki, Saddam ve oğulları ülkeyi terketseler de ABD tereddütsüz vuracaktı. Gene yıl sonunda NYTimes’dan öğrenildi ki, ABD’ye her türlü ödün önerilmiş, cevaben “Bağdat’ta Görüşürüz” mesajı iletilmişti.) Saldırının baş mimarlarından sayılan “Karanlıklar Prensi”, savunma danışmanı ve şirket danışmanı Richard Perle, saldırıdan 1 gün önce Guardian’da yayımlanan hukuki makalesine, “Birleşmiş Milletler’e El Fatiha” başlığını uygun görüyordu. Bu sırada Kuzey Irak’ta göç edenlerin sayısı iki günde 30 bine yaklaşmıştı.

20 Mart Perşembe sabahı, Türkiye saatiyle 04:33’te, 48 saatlik sürenin dolmasından yaklaşık 1 saat sonra, televizyon ekranlarındaki aydınlık, boş ve sessiz Bağdat bombalanmaya başladı. Başkan Bush, saldırının uzun ve zorlu olabileceğini söylüyordu.Bu arada, yurt dışına asker gönderilmesi ve hava sahasının açılmasına ilişkin bir başka yetki tezkeresi bu sefer 202’ye karşı 332 oyla kabul edildi. Türkiye, saldırı kapsamında hava sahasını Amerikan ve İngiliz uçaklarının kullanımına açtı.

Bağdat, yüzlerce Tomahawk füzesinin ve B-52 ağır bombardıman uçaklarının altında yanıyordu. İsabet alanlar arasında, Irak’ın tanınmış üniversitelerinden, 13’üncü yüzyıla ait Mustansiriya da vardı.

75’incisi düzenlenen Oscar ödül töreninde, Başkan Bush’a tepki vardı. Yönetmen Michael Moore’un yanı sıra The Pianist filmiyle en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Adrien Brody’nin konuşmasını da – önceden tembihli – orkestra ancak bastırabilmişti. UNICEF, kuşatma altında bulunan Basra’da susuzluk yüzünden 5 yaşın altındaki 100 bin çocuğun, salgın hastalık tehdidi altında olduğunu duyuruyor, Bağdat’ta bir pazar yerinin ortasına füze düşüyordu.

Hepimiz ekranlarımızın başında haritalar, işaret çubukları, yanıp sönen noktalar ve emekli komutanların anbean değerlendirmeleri eşliğinde savaşı seyrederken Anayasa Mahkemesi, HADEP’in temelli kapatılmasına karar verdi. Türk siyasî hayatında, kapatılan 26’ıncı partiydi HADEP.

Nisan

"Yağmacılık, özgürlüktür"  

Donald Rumsfeld, ABD Savunma Bakanı.

9 Nisan günü, işgalin başlamasından 20 gün sonra, birden Irak ordusu ortadan kayboldu ve bir öğlen Bağdat’ın büyük Firdevs Meydanı’ndaki devasa Saddam  heykeli, kafasına bir Amerikan bayrağı sarıldıktan sonra deniz piyadeleri tarafından yıkıldı. Irak’ta henüz dumanı tüten silah ya da kitle imha silahı bulunamamıştı, ama savaş sürüyordu.

Amerikan güçleri, Bağdat'ta gazetecilerin kaldığı Filistin Oteli’ne, El Cezire ve Abu Dabi televizyonu bürolarına ateş açmış, El Cezire muhabiri ile Ukraynalı ve İspanyol iki kameraman hayatını kaybetmişti. Savaşın başladığı 20 Mart’tan o güne kadar 11 gazeteci ölmüştü Irak’ta. Sivil kayıplar ise sayılamıyor, ama binlerle ifade ediliyordu. Independent muhabiri Fisk, çeşitli resmi ve yarı-resmi kaynaklardan aldığı bilgileri derleyerek haftada en az bin Iraklı sivilin öldüğünü hesaplıyordu. İnsani yardımın yetersiz kaldığı Bağdat ve Basra’da dükkanlar ile resmî daireler yağmalanıyor, İngiliz yayın kuruluşu BBC’ye göre, bir hastanenin doktorları, gün boyunca en az 30 ölü ve 300 yaralı getirildiğini söylüyorlardı.Yıkılan, talan edilen yerler arasında Bağdat Arkeoloji Müzesi ile Sumer, Babil, Asur, Akkad müze ve sit alanları da vardı. İnsanlık tarihine yazı, takvim, sayı, şehircilik gibi en değerli armağanları vermiş kadim Mezopotamya medeniyeti, kırık tabletler, vazo kulpları, parçalanmış çanaklar ya da kavrulmuş evrak halinde yerlerde sürükleniyordu. Bağdat’taki Milli Kütüphane de ateşe verilmişti. Bush’un kültür danışmanı Martin Sullivan, o günlerde, Bağdat Müzesi’nin yağmalanmasına ülkesinin seyirci kalmasını protesto ederek görevinden ayrıldı.

Er Jessica Lynch’in kurtarılmasıyla, Steven Spielberg’ün ‘Saving Private Ryan’ filmi gerçek hayatta aşılmış gibi görünürken, kısa süre sonra bunun, Hollywood benzeri yeni bir Pentagon yapımı  “kurmaca” olduğu ortaya çıkacak, Bayan Lynch de kendisinin “propaganda aracı” olarak kullanılmasına itiraz edecek, ama bunlar Hollywood’la Pentagon’u ortak yapım yolundan geri döndürmeye yetmeyecekti. Öte yandan, 15 şirket, operasyon ismi ‘shock and awe / şok ve dehşet’i tescil ettirmek üzere başvuru yarışına girdi. Mesela Sony, yeni bir bilgisayar oyununa bu ismi vermeyi çok istiyordu.

Irak yönetiminin üst düzey isimleri iskambil kâğıtlarına basılmış fotoğraflarıyla aranır, Vietnam savaşından ve sivil korunma havacılık dairesindeki görevlerinden “imtina etmiş” olduğu ortaya çıkan Başkan Bush’un başkomutan kılığındaki oyuncak maketleri Amerika’da peynir ekmek gibi satılırken Pentagon, Irak Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz’in teslim olduğunu duyurdu.

Bu arada Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki Kürt grupların hareketlerinden rahatsızdı. Dışişleri Bakanı Gül, Amerikalı muadili Colin Powell’ın Kerkük'e giren Kürt gruplarının çıkartılacağı güvencesini verdiğini söyledi. Ancak, birkaç gün sonra Kerkük Kürt savaşçıların eline geçti. Ardından, Amerika güçleri, Irak’ın üçüncü büyük şehri Musul’a girdi. Bush yönetimi, Irak'ta Saddam rejiminin sona erdiğini ve ilk aşamada Irak’ta onarım ihalelerinin sadece Amerikan firmalarına verilebileceğini söylüyordu.

O günlerde, insanın gen haritasının tamamlandığı haberleri geldi. Haritanın, tıpta pek çok yeniliğin önünü açacağı belirtiliyor, insanın ve yeryüzündeki hayatın patentlenmesi sonucu şirketlerin elde edeceği kârların miktarı ise açıklanmıyordu.

Avrupa Konseyi, Kıbrıs’taki tıkanmanın başlıca sorumlusu olarak Cumhurbaşkanı Denktaş’ı gösterirken KKTC Bakanlar Kurulu, Güney Kıbrıs’a geçişleri serbest bırakmaya karar verdi. Karar, Rumların da pasaport göstermek koşuluyla Türk tarafına geçmesine olanak tanıyordu. İki taraf birbirine akın etti, insanlar doğdukları yerleri 29 yıl sonra görme fırsatını buldular ve dile getirilen endişelerin aksine kimse kimseyi kesmeye ya da boğmaya kalkışmadı.

Denktaş’ın 6 maddelik öneri paketini Rum tarafı reddederken Avrupa Birliği’ne aday on ülkenin birliğe katılım anlaşmaları Atina’da imzalandı ve Kıbrıs Rum Yönetimi, anlaşmayı, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında imzaladı.

Nisan ayında dünya (daha doğrusu Uzak Doğu) yeni bir hastalığa yakalandı (daha doğrusu yakalandığı söylendi): SARS.

Dünya Sağlık Örgütü, SARS nedeniyle, Hong Kong ve Pekin’e seyahat edilmemesi uyarısında bulundu. Uyarıdan Kanada’da etkilendi. Dünya çapında 851 kişinin ölümüne neden olan SARS’tan Türkler elbette etkilenmedi. SARS hastalığı, tıbbi tartışmaların yanı sıra ekonomik tartışmalara da konu oldu. Küresel ekonomide ağırlığını hissettirmeye başlayan Asya ekonomisi için de önemli bir tehditti SARS. Hatta, ABD’deki şirket skandallarının ardından, dünya ekonomisini etkileyebilecek bir tehdit. Virüsün önü alındı; yaz boyunca bir daha SARS ile karşılaşmadık. Ama, yılın son günlerinde SARS bir kez daha başını gösterecekti Çin’de.

Nisan biterken, kamuoyunda “Manisalı Gençler” olarak bilinen davada, 10 polisin, 60 ile 130 ay arasında, hapis cezalarına çarptırılmasına ilişkin karar Yargıtay tarafından onaylandı; Meclis Genel Kurulu, milletvekili seçilme yaşının 30'dan 25'e düşürülmesini kabul etti ve TBMM’nin 23 Nisan Resepsiyonu’nda tatsızlık çıktı. Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın verdiği resepsiyona Cumhurbaşkanı Sezer, komutanlar ve Cumhuriyet Halk Partisi katılmadılar.

Mayıs

"Depremden sonraki üç gün hayatımızın en korkunç üç günü oldu... Öğrencilerimizi yitirdik, okullarımızı yitirdik, canlarımızı yitirdik. Şimdi geçti; ama bundan böyle bütün hayatımızı etkileyecek." 

Mustafa Gürhan, Başöğretmen. (Çeltiksuyu İlköğretim Okulu)

Mayıs ayının ilk günü, Emek Bayramı’nda, Emek Bayramı yürüyüşleri savaş karşıtı gösterilere dönüşürken George Bush da Abraham Lincoln uçak gemisine savaş pilotu kılığında inip “görev tamamlandı” pankartı altında “ana çatışmaların sona erdi”ğini cümle âleme ilân ediyordu. Aynı gün, 1 Mayıs’ta, Bingöl’den 6.4 büyüklüğünde, büyük bir deprem haberi geldi. 176 kişi hayatını kaybetmiş, 520 kişi de yaralanmıştı. Depremde ölenlerin yarısından fazlasını öğrenciler oluşturuyordu. Çeltiksuyu Yatılı İlköğretim Okulu’nun 84 öğrencisi.

2 Mayıs günü, ilkbaharı henüz tam anlamıyla hissedemeyen Bingöl’de, geceyi zor koşullarda geçirmiş bulunan deprem mağdurları, çadır dağıtılmadığı gerekçesiyle gösteri düzenlediler. Güvenlik güçleri, Valilik’in önünde toplanan 3 bin kişiyi dağıtmak için havaya ateş açtı, polis minibüsüyle kalabalığın üzerine gidildi. Göstericiler dağıldıktan sonra sokaklarda çatışmalar yaşandı. Şehirde gerginlik devam ederken Bingöl Emniyet müdürü Osman Nuri Özdemir merkeze alındı. Bu arada, Bingöl Valisi Hüseyin Avni Coş, sorunu analiz etmiş ve olayların PKK provokasyonu olduğunu belirlemişti.

Mayıs’ta, Cezayir'de de büyük bir deprem meydana geldi; 6,7 büyüklüğündeki sarsıntı 2 binden fazla insanın ölümüne yol açtı. Cezayir depremi, bir iletişim felaketine neden olduğu için de gündemi meşgul edecekti. Deprem sırasında hasar gören hatlar yüzünden internet erişimi önemli ölçüde aksamış, Türk Telekom da kulağının çınlatılmasına daha fazla dayanamamış ve yaklaşık bir ay sonra durumla ilgili bir açıklama yapabilmişti.

Afganistan’ın başkenti Kâbil'de, yeniden yapılanma çalışmalarının yavaşlığı savaştan sonra ilk kez bir gösteriyle protesto edilirken ve Amerikan Doları son 4 yılın en düşük düzeyinde seyrederken Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolwofitz sinirlendi. O günlerde Türkiye’de bulunuyordu Wolfowitz. Irak konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 'liderlik gösteremediğini', hükûmet ve halkın da Irak'ın gerçeklerini anlayamadığını söyledi. Ankara'nın "Hata yaptık" deyip ‘Amerika'ya en çok nasıl yardımcı olabileceğine’ karar vermesini istiyordu Bakan yardımcısı. Ankara, tahmin edilebileceği gibi, karıştı. Mesela, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Wolfowitz’in açıklamalarını samimi bulduğunu ve geleceğe yönelik perspektifler ortaya koyduğunu söylerken Başbakan Erdoğan ''Türkiye’nin hata yapmadığını; karşılık beklemeden, atılması gereken adımları attığını söyledi.

Türkiye ile ilgili bir hayalkırıklığı, vardı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher da dile getiriyordu bunu. Hayalkırıklığında haklıydı müttefikimiz ve dostumuz Amerika Birleşik Devletleri, çünkü Türkiye Irak savaşında kuzeyden cephe açtırmamayı başarmıştı.O günlerde, Alex Izett isimli bir İngiliz askeri, sağlık durumunun “Körfez Savaşı Sendromu” yüzünden bozulduğu gerekçesiyle açtığı davayı kazanırken Amerikalı silah denetim heyeti, Irak’taki çalışmalarını, herhangi bir kitle imha silahı bulamadan tamamladı. Evet, savaşın gerekçesi olan iddia ispatlanamamıştı. Halbuki, daha Şubat ayında, Dışişleri Bakanı Colin Powell, diyagramlar, krokiler, haritalar, uzay fotoğrafları, uydu görüntüleri ve muhtelif ses kayıtlarıyla, şık bir basın toplantısı düzenlemiş ve uzmanların silah bulamadıkları yerlerde silah üretildiğini söylemişti. Powell’ın yalancı durumuna düşmesini Wolfowitz engelledi. Wolfowitz, Mayıs ayında bir ara, kitle imha silahları konusunun, savaşı haklı göstermek amacıyla, bürokratik nedenlerle öne çıkarıldığını söyledi. Bu arada, Amerika ile Britanya’nın, Irak’la ilgili BM’e sundukları tasarı Güvenlik Konseyi’nde onaylanmış, Irak’a 13 yıldır uygulanan ekonomik yaptırımlar kaldırılmıştı. İki ülke, Irak’ın yönetimini ve petrol gelirlerini ellerinde tutmaya devam edecek ve bu karar, uluslararası alanda tanınacak, kalıcı bir Irak hükûmeti oluşana kadar yürürlükte kalacaktı.

Başkan Bush, Irak savaşının zaferle sonuçlandığını söylüyordu. Ne var ki, zafer terörle savaşın kazanıldığı anlamına gelmiyordu. Bush’un açıklamasının ardından başlayan saldırılar, gerek Irak’ın içinde, gerek başka yerlerde zamanla artacak ve savaş sırasında kaybetmediği kadar asker yitirecekti Amerika Birleşik Devletleri.

Şiddet, terör her yerdeydi artık; Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da meydana gelen intihar saldırılarında 29 kişi, Çeçenistan’ın kuzeyinde, patlayıcı yüklü bir kamyonun yerel yönetim binasına çarpması sonucunda 40 kişi öldü.

Ortadoğu’daki intihar saldırıları da durmuyordu. Mayıs ayında, İsrail’de 48 saat içinde 5 ayrı saldırı meydana geldi. İsrail kabinesi Ortadoğu Barış Planı’nı ve böylelikle Filistin devleti fikrini kabul etmiş bulunuyordu, ama Filistin devleti fikrinin ilk kabul edilişi değildi bu. O günlerde, Uluslararası Af Örgütü, dünyanın en zengin ülkelerini, insan haklarını ihlâl eden ülkelere silah sağlamakla suçladı. Rapora göre, dünyadaki silah transferlerinin üçte ikisini, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Fransa, Britanya ve Almanya, gerçekleştiriyordu. Dünya silâh ticaret hacminin yüzde 95’ini zaten Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi tarafından gerçekleştirildiğini tespit eden daha önceki raporlara da uygun düşüyordu bu tespit.Bu arada, ‘şer mihveri mensubu’ Kuzey Kore, uluslararası silahsızlanma anlaşmasından sonra Güney Kore ile imzaladığı silahsızlanma anlaşmasından da çekilmişti ve yaptığının gerekçesi olarak Amerika’nın düşmanca yaklaşımını gösteriyordu.

Mayıs ayında, 20 bin Kıbrıslı Türk, doğum belgesi, kimlik kartı ve pasaport almak için Güney kesimindeki kaymakamlıklara başvurdu. Rum Yönetimi, 1960 ortaklık anlaşması uyarınca Kıbrıs’ta doğduğunu belgeleyen herkese Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu veriyor, Avrupa ülkeleri de bu pasaporta vize uygulamıyordu. Ayrıca, Rum Ulusal Konseyi tarafından, Kıbrıslı Türklere yönelik hazırlanan açılım paketi çerçevesinde, Rum Kesimi, Kıbrıslı Türklere iş olanağı sağlama, Kuzey Kıbrıs ürünlerini Güney’e ve Avrupa Birliği’ne ihraç etme kararına vardı.

Ay sonuna doğru Türkiye’de yeni bir operasyon ismi daha telaffuz edilmeye başlandı: Neşter Operasyonu.

Operasyon kapsamında, tıbbi malzeme alımları sırasında SSK’nın yaptığı fazla ödemeler hesaplanıyordu. Hesaba göre, sadece kardiyoloji alanındaki alımlarda kurum aleyhine oluşan fiyat farkı yaklaşık 50 milyon dolardı. Sadece kardiyoloji alanında, 50 milyon dolar!SARS konusunda endişelerimizi atamadığımız için tedbirliydik. Mesela Çanakkale İl Sağlık Müdürlüğü ekipleri, limana yanaşan bir turist gemisinde “SARS kontrolü” yapmış ve 450 İngiliz turiste ancak dağıtılan belgeleri imzalayıp ‘SARS virüsü taşımadıklarını’ beyan ettikten sonra karaya çıkma izni verilmişti. Beyan usulüyle önlem alınması nedense turizmcilerin tepkisini çekmişti.

Mayıs ayında, Cannes Film Festivali’nde Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Uzak’ isimli filmi, ‘Büyük Jüri’ ve ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödüllerini kazandı.

50. Avrupa Büyükler Grekoromen Güreş Şampiyonası’ndan Şeref Eroğlu altın madalyayla dönmüştü.

Ve Türkiye, en sonunda, kırksekizincisinde, Eurovision Şarkı Yarışması’nda birinci oldu. Sertab Erener ve ekibiyle.

Haziran

"Barcelona sadece futbol takımı değil, Franco döneminde faşizme karşı başkaldırışın da sembolü. Böyle bir kültüre gidiyorum." 

Rüştü Reçber, Milli kaleci. (Barcelona'ya transferinden sonra İspanyol basınına verdiği ilk demeçten)

Haziran’a girilirken dünyanın sanayileşmiş 8 ülkesinin oluşturduğu G-8 zirvesi Fransa'nın Evian kentinde toplanmış ve liderler, Irak’ın yeniden yapılandırılması üzerinde anlaşmaya varmışlardı. Zirveyle beraber protesto gösterileri de devam ediyor ve yaklaşık 250 bin kişinin katıldığı yürüyüşte polisin sert tavrı tepkiyle karşılanıyordu.

Fırsatlar ülkesi Amerika’dan gelen bir haberde, Federal İletişim Komisyonu’nun (FCC) tekelleşmeyi artıracak yönde kararlar verdiği belirtiliyordu. Komisyon’un başında, Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın oğlu Michael Powell bulunuyor, yeni kararlarla mevcut medya kuruluşu sahiplerinin yeni televizyon kanalları kurmalarının önü açılıyordu. Kuruma, e-posta yoluyla 3 gün içinde 500 bin protesto mesajı gönderilmişti.

Bu arada, Irak’ta kitle imha silahları bulunamayınca, Başkan Bush yeni bir cümle kurmuş ve Irak’ın kitle imha silahları değil; silah programı bulunduğunu söylemişti. Ortadoğu gezisi sırasında yaptığı açıklamada, Irak’ta seyyar laboratuarlar var, diyordu Bush. O günlerde, BM silah denetim heyeti başkanı Hans Blix, ''alçaklar'' diye nitelediği bazı Pentagon yetkililerinin, silahlara ilişkin raporda, daha sert ifadeler kullanmaları için kendilerine baskı yaptığını söyledi. Britanya Hükûmeti de Irak tehdidini abartmadıklarını söylemekle beraber, istihbarat raporlarında hatalar yapıldığını kabul ediyordu. Kuzey Kore içinse istihbarata gerek yoktu; yetkililer, nükleer silah geliştirmeye çalıştıklarını ilk kez, açık bir dille ifade etmişlerdi.Irak’taki tehdit, savaş öncesine kıyasla daha büyük görünüyordu artık: Ordudan atılan yaklaşık 3 bin asker, tazminat alamazlarsa intihar saldırıları düzenleme tehdidinde bulundular. Ülkede, Paul Bremer'ın ordu ve Savunma Bakanlığı’nı dağıtmasının ardından 400 bin kişi işsiz kalmıştı. Irak’tan Türkiye’ye petrol sevkiyatı yapılan Kerkük-Yumurtalık boru hattında meydana gelen patlamalar sonucunda büyük yangınlar çıkıyordu.

Yapılan anketler, dünyada Amerikan karşıtlığının arttığını gösteriyor. Türk halkı içinde Amerika hakkında olumsuz düşünenlerin oranı yüzde 83 olarak belirleniyordu. O günlerde, Türkiyeli aydınlar, barış ve adalet talepleriyle ortak bir metne imza attılar. ‘Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ başlıklı metin, bir basın toplantısıyla, yazar Adalet Ağaoğlu tarafından kamuoyuna duyuruldu.

Irak Savaşıyla ilgili istihbarat bilgilerinin ne kadar sağlıklı olduğu meselesi daha da büyük tartışmalara yol açacak, hatta bu nedenle, İngilizler’in resmi yayın kuruluşu BBC ile İngiliz hükûmeti arasında tarihlerinde benzeri görülmemiş bir kriz yaşanacaktı.

Bu arada ABD, deyim yerindeyse, ‘barış misyonunu’ Ortadoğu’da da sürdürme gayretindeydi. Dışişleri Bakanı Colin Powell, Filistin lideri Yaser Arafat’tan barış sürecini baltalamamasını istemiş ve “Değişikliğe uğramış bir Filistin yönetimi görmek istediğimizi açıkça ifade ettik” demişti. ABD Başkanı Bush, Filistin Başbakanı Mahmud Abbas ve İsrail Başbakanı Ariel Şaron’la bir araya gelmiş; barış sürecinde, iki ülkenin de sorumlulukları olduğunu söylemişti.

Bunlar olurken Kudüs'ün merkezinde bir otobüse düzenlenen intihar saldırısı sonucu, en az 26 kişi ölmüş, saldırının hemen ardından İsrail Gazze Şeridi'ne 24 saat içinde 3 füze saldırısı yapmıştı. Hamas liderlerinden Abdülaziz El Rantisi, tüm İsraillilerin hedef olduğunu söylüyordu.

Öte yandan, Rusya’da Çeçenistan sınırı yakınlarında, bir otobüse düzenlenen intihar saldırısında da Rus Hava Kuvvetleri'ne bağlı en az 15 görevli hayatını yitirmişti.NASA, Mars’ı incelemek üzere göndereceği iki füzeden birini fırlatmış, Spirit isimli bir robot yardımıyla gezegende su bulunup bulunmadığını araştıracaktı. ABD yıllardır araştırıyordu Mars’ı; bir yandan dünyaya vargücüyle barış getirmeye çalışıyor, bir yandan da belki yeni dünyalar arıyordu.

Türkiye, Haziran ayında, simgesel önemi büyük Luizidu davasında, 700 bin dolar tazminat ödemeyi kabul etti. AİHM’ye açtığı davayı kazanan Kıbrıslı Titina Luizidu’ya ödeme yapmayı kabul ederek Türkiye, bir Rum vatandaşıyla ilgili verilmiş kararı ilk defa uygulamış olacaktı. Bu kararın yanı sıra 6’ıncı uyum paketi de Meclis’e sunulmuş, Başbakan Erdoğan, yeni uyum paketinin ulusal program çerçevesinde olacağını belirtmişti. 20 Haziran günü kabul edilen pakette terör kavramı yeniden tanımlanmış ve kapsamı daraltılmıştı. Tasarıya göre, farklı dil ve lehçelerde özel televizyonlarda da yayın yapılabilecekti. O günlerde, İstanbul 2. Asliye Mahkemesi, Marquis de Sade’ın ‘Yatak Odasında Felsefe’, Erje Ayden’in ‘İkinci Caddenin Çılgın Yeşili’ ile ‘Hauptbahnhof’tan Bir Trene Bindim’ adlı eserlerinin imha edilmesine karar verdi. Kitap yayıncıları, temyiz için Yargıtay’a başvurmaya hazırlanırken tiyatro yönetmeni Mahir Günşiray, Hakkâri’de sahneye koydukları bir oyunda, dekorda bulunan sarı, kırmızı ve yeşil renklerden dolayı savcılıkta ifade vermek zorunda kaldı. Bunlar olurken, Meclis’te 7’nci Uyum Paketi için görüşmeler başlıyordu.

Haziran’ın sonuna gelinirken Genelkurmay Başkanlığı, 18 ay olan askerlik süresini 15 aya, 16 ay olan yedek subaylık süresini 12 aya; kısa dönem askerlik süresini de 8 aydan 6 aya indirmeye karar vermişti.

Amerikan Yüksek Mahkemesi, eşcinselliği bütünüyle suç kapsamından çıkaran kararı 3'e karşı 6 oyla kabul eder ve Eski DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Bucak, Susurluk davasında beraat edip hakkındaki iki dava da ertelenirken bir iyi haber daha geldi: Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin, daha önce Eylül ayında oylanması öngörülen Türkiye denetim raporu, 2004 yılına ertelenmişti. Böylece, Türkiye, gerçekleştirdiği reformları pratiğe aktarmak için 6 ay zaman kazanmış oluyordu.

Temmuz

"Burada hayvan otlatmak terbiyesizlik; buna izin vermek de ihanet." 

Ensar Öğüt, CHP Ardahan Milletvekili (Ardahan'da, Atatürk'ün siluetinin gölge olarak düştüğüne inanılan arazide yapılan bir tören sırasında, oradan bir koyun sürüsünün geçmesi üzerine.)

Temmuz ayında İtalyan çevre uzmanları, Akdeniz’de su sıcaklığının son 3 bin yılın en yüksek düzeyine ulaştığını bildiriyordu. 27 dereceyi bulan deniz suyu sıcaklığında, bazı canlıların hayatta kalması mümkün olmayacaktı. Dünya Meteoroloji Örgütü de, yeni raporunda, dünyada iklim koşullarının giderek kötüleşeceği uyarısında bulunmuştu. Akdeniz’den kuzey ülkelerine kadar etkili olan sıcak hava dalgası, bütün yeşil alanları kurutuyordu. Bu yaz, kuraklık ve aşırı sıcaklardan en çok zarar gören ülkeler, İtalya, Almanya, Avusturya, İspanya, Fransa ve Portekiz’di. Finlandiya’da sıcaklık otuz dereceyi aşmış, akarsulardaki seviye kaybı, Avusturya'da hidro elektrik santrallerinin faaliyetini, Tuna nehrinde de ulaşımı durdurmuştu.

O sıcak günlerde, ayın sekizinde, İstanbul’da, fısıltı gazetesi korkuyu alevlendirdi. Göllerdeki renk değişimi, derelerde suyun kabarcıklanması, boğucu hava, iç sıkıntısı... gibi ifadeler her nasılsa yan yana gelmiş, Afet Yönetim Merkezi’nin alarma geçtiği, devlet kurumlarının boşaltılacağı söylentisi şehre büyük bir hızla yayılmış ve İstanbul halkının bir bölümü, deprem olmasını beklemeye başlamıştı. Dedikodu ve korku bütün kenti sarmaya başlayınca Kandilli Rasathanesi Müdür Yardımcısı Mustafa Aktar, olağan dışı bir aktivite gözlenmediğini belirtmek zorunda kaldı.

Dünyanın her anlamda en sıcak bölgelerinden Ortadoğu’daysa, o günlerde, Filistin güvenlik güçleri, İsrail ordusunun çekilmesinin ardından Gazze Şeridi’nin kuzeyinde kontrolü devralmıştı. İsrail bu kararı, Filistinli üç militan örgütün saldırılarını askıya almaları üzerine vermişti. Ancak İsrail, Filistin yönetimi bölgede güvenliği sağlayamadığı takdirde, operasyon düzenleme hakkını saklı tutuyordu. Savaş, şiddet ve gerilim dolu haberlerden sıkılmıştık, ama kurtulamıyorduk bu haberlerden. ABD’nin Irak’taki sivil yöneticisi Paul Bremer, Saddam Hüseyin’i yakalayan ya da öldüğünü kanıtlayanlara 25 milyon dolar ödül verileceğini söylüyor, tam 10 gün sonra ise El Cezire televizyonunda yayınlanan ve Saddam Hüseyin’e ait olduğu iddia edilen bir ses bandında, “Hayattayım ve Iraklılar’ın arasındayım,” sözleri duyuluyordu. Gene de, 25 milyon dolar ya da yaklaşık 36 trilyon Türk Lirası gibi bir ‘büyük ikramiye’nin etkisi ancak Aralık ayında hissedilecekti.

Öte yandan, ABD’nin saldırısını protesto eden ama görev sorumluluğuyla gene de Irak’a giden bir Amerikalı askerin barış çağrısı da, o askerin ölümünden sonra duyuluyordu: “Ölüyüm ve Amerikan barışseverleri arasındayım.”

Temmuz ayının bitmesine 1 hafta kala, Saddam Hüseyin’in oğulları Uday ile Kusay’ın öldürüldükleri haberi geldi. Amerikan güçlerinin komutanı Ricardo Sanchez, Musul’da bir eve baskın yapıldığını ve çıkan çatışmada bu kişilerin ve Saddam Hüseyin’in 14 yaşındaki torununun öldürüldüğünü söylüyordu. Uday ile Kusay’ın öldürülmeleri Bağdat’ta havaya ateş açılarak kutlandı. Tony Blair de, o günün yeni Irak için büyük bir gün olduğunu, Uday ve Kusay'in işkence ve cinayet rejimini idare ettiklerini söyledi. Başkan Bush, eski Irak rejiminin tamamen sona erdiğini söylüyordu. Bush bu sözlerini Aralık ayında tekrarlayacaktı.Temmuz’da, Türkiye ile ABD arasında ciddi bir diplomatik ve askeri kriz yaşandı. Ayın dördünde, özel tim mensubu 11 Türk askeri, Kuzey Irak’ın Kerkük kenti yakınlarında Amerika askerleri tarafından gözaltına alındılar. Amerikalı grup, özel timin kaldığı lojmana, nezaket ziyareti gerekçesiyle girmiş ve sonra silahlarını çekip Türk askerlerine tutuklu olduklarını söylemişlerdi. Olayın hemen ardından, lojmanı kuşatan yaklaşık 100 Amerikalı asker binanın kapısını kırarak içeri dalmış, bu sırada binanın dışında bulunan bir Türk askeri, durumu hemen Genelkurmay Başkanlığı’na bildirmişti. Askerler, bir süre sonra serbest bırakıldılar ve Süleymaniye’deki merkezlerine gönderildiler. Gözaltı sırasında Amerikalı askerlerin sert davrandıklarını, kafalarına torba geçirildiğini, dövüldüklerini ve aç bırakıldıklarını söylüyorlardı. Ayrıntıları hiçbir zaman tam olarak öğrenilemeyen bu kısa süreli olay, uzun süreli bir krize neden olmuştu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Türk ve Amerikan silahlı kuvvetleri arasında büyük bir güven bunalımından söz ediyordu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e göre de, büyük bir hata yapıyordu Amerika.ABD, Türkiye’den askeri desteğe ihtiyacı olduğunu dile getirmiş, Türkiye’de asker gönderilmesi tartışmaları tekrar başlamış ve bu konuda henüz bir karar oluşmamışken Kerkük’te özel tim mensupları gözaltına alınmışlardı.

Savaşın, işgalin yol açtığı en büyük sorun bu değildi elbette, ama büyükçe sorunlardan bir tanesi de Britanya’da etkisini hissettiriyordu. Ülkenin resmi yayın kuruluşu BBC’nin, resmi bir kaynağa dayanarak, Irak’ın tehdit oluşturduğuna ilişkin istihbarat dosyasının allanıp pullandığını; yani Irak’ın 45 saniye içinde kitle imha silahlarını devreye sokabileceği iddiasının abartılı olduğunu belirtmesi, iyice karıştırmıştı ortalığı. Hükûmet, bu resmi kaynağın kim olduğunu öğrenmeyi ve haberin doğruluğunun kanıtlanmasını istiyordu.O günlerde, Tony Blair, Başkan Bush’u ziyareti sırasında, kitle imha silahları ile ilgili iddiaların yanlış olması durumunda, tarihin kendilerini affedeceğini söyledi. Hatta, Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de, savaşın yeni kanıtlara dayanılarak başlamadığını söyledi.

İşgal gerekçesinin çürük olduğu itiraf edilmişti aslında, ama Britanya’da ok yaydan çıkmıştı bir kere; bir resmi yayın kuruluşu nasıl oluyordu da hükûmeti resmen zor duruma sokuyordu? Birkaç gün sonra, Britanya Savunma Bakanlığı, resmi kaynağın Silah Kontrolü Sekreterliği’nde çalışan Doktor David Kelly olduğunu açıkladı. BBC, herhangi bir doğrulamada bulunmadı. Doktor Kelly, hakkındaki iddiayı önce reddetti, daha sonra da kendisinin intihar ettiği bildirildi. BBC, bu trajik ve esrarengiz olayın üzerinden 1 hafta geçtikten sonra kaynağın Doktor Kelly olduğunu doğruladı.

Temmuz ayıyla birlikte, Avrupa Konseyi'nin, savaş hâli de dahil olmak üzere bütün koşullarda idam cezasının kaldırılmasını öngören protokolü yürürlüğe girmiş bulunuyordu. Konsey ülkelerinden Türkiye, Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan dışında 41 ülke, söz konusu protokolü imzalamıştı. Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığı da İtalya’ya geçmişti. İtalya, Başbakan Berlusconi sayesinde hızlı bir başlangıç yaptı. Berlusconi, hakkındaki yolsuzluk davaları nedeniyle kendisini eleştiren bir Alman milletvekiline ‘Nazi uşağı’ yakıştırmasında bulundu. Alman milletvekili de cevaben bir hatırlatmada bulundu: Mussolini. Başbakan Erdoğan’ın mahdumu Bilal Bey’in müstakbel nikah şahidi ve Avrupa Birliği yolunda Türkiye’nin yakın destekçisi Berlusconi, çareyi Almanya Şansölyesi Schroeder’den özür dilemekte buldu.

Temmuz sıcakları sürerken ‘Uluslararası Şeffaflık Örgütü Küresel Yolsuzluk Barometresi’ başlıklı raporda, Türkler’in en çok siyasî partilerdeki yolsuzluklardan şikayetçi oldukları ortaya çıktı; İmar Bankası’nın yönetim ve denetimi TMSF’ye geçti; Cumhurbaşkanı Sezer, Susurluk davası mahkumu eski özel harekat daire başkanı İbrahim Şahin’i, Adli Tıp Kurumu’nca saptanan sürekli hastalığı nedeniyle affetti ve BM Kalkınma Programı Yıllık İnsanî Gelişme Endeksi’nde, Türkiye’nin 11 kademe düşerek Arnavutluk’un hemen arkasında 96’ıncı sıraya gerilediği görüldü.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan YÖK Yasa Tasarısı’nı, orman vasfını yitirmiş alanların satılıp satılamayacağını tartışıyorduk.

Moskova’da düzenlenen 20 bin kişilik rock konseri intihar bombalarıyla sarsılmış, kafalarından yapışık İranlı ikizler ameliyattan çıkamamışlardı. Lale ve Ladan Bijani, ikisinden birinin ölme ya da sakat kalma riskini bilerek girmişlerdi ameliyata.

Fransa'daki 100’üncü ‘Tour de France’ bisiklet yarışları, Amerikalı Lance Armstrong’un zaferiyle sona erdi. Kanseri yendikten sonra pistlere dönen Armstrong, tarihte yarışı üst üste beşinci kez kazanan, ikinci sporcuydu.

Ağustos

"Hepimiz oradaydık, en azından yarım saat boyunca. Gazeteci olduğumuzu biliyorlardı. Mazen'i vurduktan sonra silâhlarını bize doğrulttular. Bunun bir kaza olduğunu sanmıyorum. Çok gerginler. Delirmişler..." 

Stephan Breitner, France 2 Televizyonu muhabiri ve Amerikalı askerlerin Reuters kameramanı Mazen Dana'yı öldürmesi olayının görgü tanığı.

Kuzey yarımküre’de son 50 yılın en sıcak yaz mevsiminin yaşandığını öğrenerek girdik Ağustos ayına. Fransa’da aşırı sıcaklar yüzünden 2 hafta içinde, yaşlı insanların çoğunlukta olduğu 3 bin kişi yaşamını yitirmişti. 10 Ağustos günü, 38.1 santigrad dereceyi gören Londra’da, Birleşik Krallık tarihinin sıcaklık rekoru kırıldı. Avrupa, geçen yazki sel baskınlarının ardından bu yaz da 170 bin hektar ormanlık alan kaybetmişti yangınlarda. Ayrıca, Kanada’nın batısında, 400 ayrı yerde başlayan orman yangınları da bölgede son 50 yılın en büyük felâketi olarak değerlendiriliyordu. Kuzey Kutbu’ndaki buzulların küresel ısınma yüzünden yaklaşık 100 yıl sonra tamamen erimiş olacağı tahmin ediliyordu. Bir iyi haber, ozon tabakasındaki görece düzelmeydi, ama onun da kendini onarması için daha en az 50 seneye ihtiyaç vardı. Ayrıca, önleyici tedbirlerin özellikle ABD’nin aleyhteki faaliyetleri yüzünden devam edememesi; dolayısıyla, ozon tabakasının yeniden incelmesi olasılığı da hayli yüksekti.

Öte yandan, Fransa’da sıcaklar yüzünden hayatını kaybeden yaşlıların çoğunun kimsesiz olduklarının görülmesi ve cenazelere sahip çıkılmaması, toplu törenler sırasında ‘insaniyet’ sorununun da gündeme gelmesine neden oldu. Son muhasebede Fransa’da bu inanılmaz sıcak dalgasından ölenlerin sayısının 12 bine, Batı Avrupa ülkelerinde de toplam 25 bine ulaştığı belirtildi. (Kavrulan İspanya’nın verdiği 400 sayısı ise iklimbilimciler tarafından gerçekçi bulunmadı.)

Irak’ta işgalin üzerinden dört ay geçmiş olmasına rağmen asayiş sağlanamıyor, tuzaklar, saldırılar, intihar eylemleri birbirini izliyordu. Bağımsız kuruluş IraqBodyCount, savaşın başından beri 6 bin sivilin öldüğünü ve 20 bin sivilin yaralandığını açıklarken Bağdat’taki BM Binası’na bir bombalı saldırıda bulunuldu. Bir basın toplantısı sırasında gerçekleşen ve 17 kişinin ölümüne yol açan saldırının dehşeti kısmen televizyonlara da yansıdı. Ölenler arasında, bir iki ay önce ABD ile Britanya’nın güvenliği sağlamakta yetersiz kaldıklarını dile getirmiş olan, BM Irak Özel Temsilcisi Sergio Viera de Mello da bulunuyordu. Mello’nun kaybının ardından BM Genel Sekreteri Kofi Annan da işgal güçlerinin Irak'ta güvenliği sağlayamadıklarını vurguladı.

Eski Irak Devlet Başkan Yardımcısı Taha Yasin Ramazan’ın, Musul’da Peşmergeler tarafından yakalanarak Amerikan güçlerine teslim edildiği günlerde, bir büyük patlama da Necef’te duyuldu. Şiilerin bu kutsal kentinde, Hz Ali Camii’nin önünde, bir otomobile yerleştirilen bomba, 100 kişinin ölümüne yol açmıştı. Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi Lideri Muhammed Bâkır El Hekim de ölenler arasındaydı. Şiddetin ve saldırıların önlenememesinin nedeni, eski Irak liderliğinin tam olarak ele geçirilememiş olması değildi. İşgalin ardından Irak, emperyalizme karşı cihad ilan etmiş olan cephe tarafından ‘muharebe meydanı’ olarak görülmeye başlamıştı. El Cezire’nin yayınladığı yeni bir ses kaydında Saddam Hüseyin, Irak halkını topyekün direnişe çağırıyordu. Ayrıca, Saddam Hüseyin yönetiminden bağımsız olarak Iraklı muhalif ve direnişçilerin de giderek daha çok örgütlendikleri ve işgale karşı savaştıkları, ısrarla vurgulanıyordu dünya basınında.Direnişin yarattığı güvenlik meselesinin bir numaralı sorun olarak ortaya çıktığı o kadar belliydi ki, önce BM, ardından Kızılhaç ve Human Rights Watch gibi en önemli uluslararası örgüt ve kuruluşların hemen tümü Irak’ı terkettiler ve yıl boyunca bir daha dönmeleri de mümkün olmadı. Savaştan çok önce bedenlerini siper etmek üzere giden insan kalkanlarından 62 yaşındaki emekli öğretmen hanım ise 10 bin dolar para cezasına çarptırıldı. Ödemezse, 12 yıl hapse mahkûm edilmesi çok mümkündü.

Ortadoğu’da, gözümüzü biraz çevirdiğimizde, bir iki aydır sözü edilen ‘barış planı’nın uygulanmasının pek de mümkün olmayacağı hemen anlaşılabiliyordu. Bu kez ‘barış planı’ ya da ‘yol haritası’ yerine ‘güvenlik duvarı’ ifadesi telaffuz ediliyordu. Hamas ile İslami Cihad örgütleri, 3 aylık ateşkese son verdiklerini duyurmuşlardı. Karar, İsrail tarafından Gazze’ye düzenlenen helikopter saldırısında, Hamas liderlerinden Ebu Şenab’ın öldürülmesinin ardından açıklanmıştı. Gazze saldırısı, Kudüs’te bir otobüse yönelik intihar saldırısında 5’i çocuk, 18 kişinin yaşamını yitirmesi ve 80 kişinin de yaralanmasının ardından gerçekleştirilmişti. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, İsrail’in güvenlik duvarı inşa etmesinin, ‘yol haritası’ olarak bilinen barış planını zora sokacağını söylese de Şaron hükûmeti kararlı görünüyordu. Filistinli gruplar ise ateşkesin uzatılması teklifini, “İsrail’in, ihlallerini sürdürdüğü'' gerekçesiyle reddetmişlerdi.

O günlerde, Endonezya’nın başkenti Cakarta’da bir otelin önüne park edilen araçtaki bombanın patlaması sonucu en az 13 kişi ölmüş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştı. Uluslararası Marriott zincirine ait otel büyük hasar görmüştü patlamada.

Terör nitelik değiştirmişti artık; dünyanın hemen her yerinde, asker, sivil, çocuk ya da masum ayırd edilmeksizin, düşman olunan anlayışın belirgin simgeleri hedef alınıyordu. Terörün etkisi, gerçekleştiği anla sınırlı kalmıyor, zenofobiden agorafobiye; yani yabancı korkusundan açık alan korkusuna kadar, çeşitli korkular, tedirginlikler ciddi bir kasvete yol açıyor; depresif bir dünya, yaşama arzusunu törpüler hale geliyordu.

Mamafih, terörün yarattığı bu depresyona karşı Tony Blair’in eşi Cherie’nin Beatles yorumu bir antidepresan olarak Uzakdoğu’dan dünyanın imdadına yetişecekti. Bayan Blair’in Pekin’de Çinli öğrencilere, karaokede hiç hazırlık yapmadan söylediği, Beatles’ın “When I’m 64” yorumu, İbizalı, İspanyol ve Kıbrıslı Rum dj’ler tarafından hemen ‘değerlendirilmiş’ ve hiç olmazsa oralardaki bungunluk bir süreliğine dağılır gibi olmuştu.

Türkiye’de, Ağustos ayında da, Irak’a asker gönderilmesine ilişkin tartışmalar devam etti. Türkiye, Irak’ın kuzeyinde askeri varlık göstermek istiyor, ama ABD ile Geçici Irak Yönetimi’nden bu konuda teşvik görmüyordu. ABD Yönetimi, Türk askerinin Irak’ın başka bölümlerinde bulunmasını istiyor, Kuzey Irak ile ilgili olarak ifade edilen Kürt tehdidini kendisinin dikkate alacağını belirtiyordu. O günlerde, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ‘Topluma Kazandırma Yasası’nı onayladı. Kamuoyunda, ‘Eve Dönüş Yasası’ olarak da adlandırılan yasanın amacı, terör suçuna karışmamış PKK militanlarını dağdan inmeye teşvik etmekti. Ancak, PKK’nın karşı propagandası da devreye girince, yasanın dağdakilerden çok cezaevindekilere yarayıp yaramadığı çokça tartışıldı sonraki günlerde. Mesela, 1993’teki Sivas Olayları’yla ilgili 20 mahkûm da söz konusu yasa için başvuruda bulunanlar arasındaydı.

O günlerde, Türkiye’nin gündeminde ayrıca orman vasfını yitirmiş alanların satışa çıkarılması ile SİT alanlarının kullanıma açılması tartışması vardı. AKP Hükûmeti kaynak arayışı içindeydi, ancak sivil toplumun sesi yüksek çıktı. SİT alanlarının kullanıma açılmadan ne kadar korunabildiği sorusu da elbette soruluyordu bu tartışmalar sırasında ama, ulusal servetin alelacele paraya tahvil edilmesi eğilimine izin verilmeyeceği açıktı: Cumhurbaşkanı Sezer, orman niteliğini yitiren alanların satışına olanak sağlayan Anayasa değişikliğine ilişkin yasayı, Meclis’e iade etti.

Başbakan Erdoğan o günlerde kayınpeder oldu. Bilâl Erdoğan ile Reyyan Uzuner’in nikâh töreni, 21. Dünya Felsefe Kongresi’ne de ev sahipliği yapan Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlendi. Yaklaşık 10 bin kişi katıldı törene. Mutluluğun yanında tatsız haberler hiç eksik değildi: Vatan gazetesi, manşet haberlerinde, donanma mensubu bazı subayların mal varlıklarında artış görülmesi üzerine soruşturma başlatıldığını duyuruyordu. Soruşturma sonucunda, 1999- 2002 yılları arasındaki askerî ihalelerde trilyonlarca liralık yolsuzluk ortaya çıkarılmış, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı İhale Komisyonu Başkanı Albay Bahri Mısırlı ile 8 subay ve 30 iş adamı tutuklanmıştı.

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilen İmar Bankası ile ilgili davada ifadeleri alınan 19 kişiden, aralarında bankanın eski genel müdürü Hilmi Başaran’ın da bulunduğu 9’u tutuklanmıştı. Öte yandan, ABD’de bir hakim, Uzan ailesini mobil telefon şirketi Motorola’ya 4 milyar dolar tazminat ödemeye mahkûm etmişti.

Mars, 60 bin yıl aradan sonra bir defa daha Dünya’ya en yakın noktadan geçerken yeryüzünde şunlar oluyordu:

Arjantin’de senato, eski cunta liderlerine dokunulmazlık sağlayan yasaları iptal etmişti. Böylece, 1976 ile 1983 yılları arasındaki cuntaya bağlı kişiler, insan hakları ihlalleri suçlamalarıyla yargılanabilecekti. Binlerce kişi, haberi sevinç gösterileriyle karşıladı. Ancak bu sevinç, faşist cuntacıların işkencecileri serbest bırakması yüzünden kısa ömürlü olacaktı.Kenyalı yüzlerce kadını temsilen bir grup kadın ve melez çocukları, Nairobi’deki Britanya Büyükelçiliği’ne sundukları dilekçede, bu ülkedeki İngiliz askerlerinin tecavüzüne uğradıklarını belirtiyordu. Dilekçede, Britanya hükümetinin, doğan çocukların bakımı ile eğitimini üstlenmesi ve bağımsız soruşturma açması isteniyordu.

ABD ile Kanada’da meydana gelen büyük elektrik kesintileri hem büyük bir korkuya, hem de hayatın aksamasına yol açmıştı. Kesintiler altyapı eksikliğinden kaynaklanıyor ve bu eksiklikten her iki hükûmet de birbirini sorumlu tutuyordu.

USSM, insanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle ilk kez bir sanık, Bosnalı Sırp siyasetçi Milomir Stakiç aleyhinde ömür boyu hapis cezası vermişti.

Liberya’da, isyancılar ile hükûmet güçleri arasında çıkan çatışmalarda 2 haftada binden fazla insan ölmüş ve sonunda Devlet Başkanı Charles Taylor, görevini Yardımcısı Moses Blah’a devretmişti.

Azerbaycan muhalefeti, sağlık durumu kötü olduğu gerekçesiyle, Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in istifa etmesini istemiş, oğlu İlham Aliyev’in başbakanlığa getirilmesini öngören atama kararını da kabul etmemişti.

Libya, 1988’de Pan American Havayollarına ait yolcu uçağının İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde havaya uçurulmasının sorumluluğunu üstlenmiş, yüklü tazminat ödemeyi de kabul etmişti.

Libya açılıyordu, daha da açılacaktı.

Eylül

"Beynin cep telefonlarından yayılan mikrodalgalara gönüllü olarak maruz bırakılması, insan biyolojisi üzerine yapılmış en büyük deneydir... Kablosuz teknoloji yaygınlaştıkça insanlar bir mikrodalga okyanusu içinde boğulabilir." 

Profesör Leif Salford, 15 yıllık bir araştırmanın sonucunda cep telefonlarının ve yeni "wireless" teknolojisinin, bütün genç kuşağı erken bunama riskiyle karşı karşıya bıraktığını ortaya koyan ekibin lideri.

Ayva sarı, nar kırmızı; Eylül’de sevinçli haberler de almadık değil: Süreyya Ayhan, 9. Dünya Atletizm Şampiyonası 1500 m. finalinde, Rus atlet Tatyana Tomaşova’nın ardından ikinci olmuş, Türkiye’ye bir ikincilik de 23. Avrupa Bayanlar Voleybol Şampiyonası’ndan gelmişti.

Öte yandan, ‘Düşünceye Özgürlük 2000’ adlı kitapçığa ‘yayıncı’ sıfatıyla imza atan 15 kişinin, yasalarda yapılan değişiklikler uyarınca beraatlerine karar verilmişti. Nijerya’da, zina suçu işlediği iddiasıyla yargılanan ve taşlanarak idam edilmesi ihtimali bulunan Emine Lavâl’in, temyiz davasını kazanarak serbest bırakılmasına da sevindik, Eylül ayında.

Sonra, daha ziyade, sıkıntılı günler yaşadık. PKK-KADEK örgütünün sözcüsü, tek yanlı ilan ettikleri ateşkese 1 Eylül’den itibaren son verdiklerini açıkladı. Başbakan Erdoğan, TMSF’ye devredilen bankalarda 56 milyar dolar kayıp olduğunu söyledi. Emniyet Genel Müdürlüğü İnterpol Daire Başkanlığı, İmar Bankası soruşturması kapsamında aranan Kemal Uzan ile Yavuz Uzan hakkında Kırmızı Bülten çıkardı.

O günlerde, Meksika’nın Kankun kentinde toplanan Dünya Ticaret Örgütü Zirvesi de başarısızlıkla sonuçlandı. Azgelişmiş ülkeler, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği ülkelerinin, çiftçilerine ödediği yüklü teşvikleri kaldırmasını istiyorlardı. Olmadı. Bunun yerine, alternatif küreselleşme yanlısı binlerce eylemcinin gösterilerine sahne oldu Kankun. Güney Koreli çiftçi Bay Lee’nin, Kankun’u çepeçevre saran tel duvarın üstüne çıkıp yaşama hakkını elinden alan bu küreselleşmeye karşı bir İsviçre çakısı ile kendi hayatına oracıkta son vermesi, zirvenin en dramatik bireysel olayı idi. Eylül’de küresel iklim değişikliği konusunda geniş çaplı bir uluslararası konferans da Moskova’da başladı. Ve başarısızlıkla sonuçlandı. Rusya Federasyonu Başkanı Putin, küresel ısınma konusunda ikircikli kaldıklarını, birkaç derecelik sıcaklık artışının “kürk paltoları atmak” açısından hani epey yararı da olacağını söylemedi değil, yarı şaka yollu. Aralık ayında da, BM iklim değişimi konferansı Milano’da yapılacak ve o konferans sırasında Rusya, mevcut koşullar altında Kyoto Anlaşması’nı yürütemeyeceğini açıklayacaktı. Eriyip duran, başka bir dünyanın buzullarıydı sanki.

Ortadoğu’dan, düzenli olarak, intihar saldırısı haberleri geliyordu. Tel Aviv ve Kudüs’teki saldırılarda en az 15 kişi ölmüş, 70 kişi yaralanmış ve iki saldırıyı da Filistinli radikal örgüt Hamas üstlenmişti.

İsrail ordusunun Hamas’ın ruhani lideri Şeyh Ahmed Yasin’e düzenlediği saldırının ardından binlerce Hamas taraftarı Gazze sokaklarında intikam yeminleri etmişti. İsrail, “teröre karşı somut önlemler” almadığı takdirde Filistin ile diplomatik ilişkilerini donduracağını bildiriyordu.Filistin Meclis Başkanı Ahmed Korey’in, Yaser Arafat’ın başbakanlık önerisini kabul ettiği günlerde, İsrail güvenlik kabinesi, Arafat’ın sürgüne gönderilmesi yönünde, ilke kararı aldı. Bunun üzerine, yaklaşık 7 bin kişi, Arafat’ın Ramallah’taki karargâhının önünde destek gösterisi yaptı. Sürgün bir yana, İsrail başbakan yardımcısı Ehud Olmert’e bakılırsa, Arafat’ı öldürme seçeneği önlerinde duruyordu ve bütün mesele, pratik anlamda bunun nasıl yapılabileceğinden ibaretti. Bunlar böyle konuşulurken ABD, Arafat’a destek veren Birleşmiş Milletler karar tasarısını veto etti. Amerikan Büyükelçisi John Negroponte, Filistinli militan grupları kınamadığı gerekçesiyle tasarının dengeleri gözetmediğini belirtti.

Amerika, böyle, açıksözlüydü; biz tartışaduralım, Eylül ayında Irak için Türkiye’den 11 bin asker istediğini açıkladı. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Irak’ta direnişin, beklentilerin çok üstünde olduğunu söylüyordu. Irak Geçici Yönetimi Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ise Türkiye’nin asker göndermesine karşıydı. Almanya, o günlerde, denetim Birleşmiş Milletler’e bırakılmadan asker göndermeyeceğini duyurmuştu.

Türkiye’de, asker gönderme tartışması ısınırken ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, Türkiye’ye verilecek 8.5 milyar dolarlık kredinin herhangi bir şarta bağlı olmadığını söyledi. Ancak Edelman, Amerikan yönetiminin Türkiye’yi belli konularda yanında görmek istediğini de eklemişti. Karar zordu; Dışişleri Bakanı Gül, bu konuda Birleşmiş Milletler kararını şart görmediklerini belirtiyor, Genelkurmay’dan gelen açıklamarda Kuzey Irak’taki koordinasyondan söz ediliyor. Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, geniş kapsamlı bir yetkinin işleri kolaylaştıracağını söylüyordu.

Bu arada, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Türkiye ile ABD arasında 8.5 milyar dolarlık kredi anlaşmasının imzalandığını duyurdu. Cumhuriyet gazetesi, Amerikan tarafı, anlaşmaya “Kuzey Irak’a Türk askerinin girmeyeceği” ifadesini koydurdu, diye yazıyordu.

Bush’un Irak’ta zafer ilan etmesinin üzerinden 4 ay geçmesine rağmen ortada kitle imha silahı yoktu. Bu arada, Amerikan yönetimi, 3 yıl önce imha etmesi gereken kimyasal silahları, hâlâ tam olarak imha edemediğini açıkladı. Pentagon, silahların şimdiye kadar ancak yüzde 23’ünü ortadan kaldırabildiklerini söylüyordu.

Yapılan anketler, Avrupalılar’ın, ABD’nin giderek artan küresel liderliğinden rahatsız olduklarını gösteriyordu. Hatta, liderlikten rahatsızlık bir yana, dünya insanlarının ABD’den bir umacı gibi korktuklarını da net bir şekilde ortaya koyuyordu. Anket sonuçlarının açıklandığı günlerde Bush, zafere ulaşmak için fedakârlık yapılması gerektiğini belirtiyor, düşmanı bozguna uğratmanın zaman alacağını ve kurban vermenin kaçınılmaz olduğunu anlatıyordu.

O günlerde, Eski Avrupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanı ve “Belgrad fatihi” emekli Orgeneral Wesley Clark, Demokrat Parti’den başkan adayı olduğunu açıkladı. Clark, Bush yönetimin Irak politikasını hiç beğenmiyordu. BM Genel Kurulu’nun yeni dönem açılışında da Irak hakkında görüş ayrılıkları vardı. Başkan Bush, Irak ve Afganistan savaşlarını savunarak dünyaya Irak’a yardım çağrısı yaparken Genel Sekreter Kofi Annan da kurumun, terörizm gibi tehlikelere karşı farklı çareler araması gerektiğini söylüyordu.

Eylül ayında, Tony Blair’i düşündüren bir gelişme yaşandı. Liberal demokratlar, milletvekili ara seçimlerinde, Londra’nın kuzeyinde, İşçi Partisi’nin en güvendiği bölgede galebe çalmışlardı. Bu arada, Avrupa’nın müreffeh ülkelerinden İsveç’te, AB ortak para birimi Avro’ya geçiş oylaması yapılmış ve yüzde 56’lık bir oranla ‘hayır’ denmişti. Haberlere bakılırsa, İsveç halkı toplumsal refah politikalarının AB’den ziyade kendi ülkelerinde gözetildiğini, AB’nin daha sermaye odaklı bir kuruluş olduğunu düşünüyordu.

14 senedir Jüpiter’i ve uydularını araştırarak dünyaya bilgi gönderen Galileo uzay aracı, gezegene intihar dalışı yaparak misyonunu tamamlarken Microsoft’tan, internetteki sohbet odalarını kapatacağı haberi geldi. Çocukları hedef alan istismarcıların bu odalarda faaliyet gösterdiği endişesini taşıyordu Microsoft. Eylül boyunca, İzmir’de, doğumu sırasında Kızılay’ın verdiği kan yüzünden HIV virüsü taşıyan 7 yaşındaki çocuk hakkındaysa başka türlü bir endişe sergilendi. Veliler, kendi çocuklarıyla bu çocuğun aynı sınıfta okumasına kesinlikle taraftar değildiler. İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü’nün “arkadaşlarıyla okuyacak” kararına, hatta sınıfta öğrenciye bir hemşire ile bir rehber öğretmenin eşlik edecek olmalarına rağmen velileri teskin ve ikna etmek mümkün olmadı. Halbuki, HIV virüsü, sınıf arkadaşlığı yoluyla bulaşmıyordu. Ailelerin büyük bir bölümü de daha sonra buna inandı ve 39 aileden 25’i çocuklarını okula göndermeye ikna oldu.

Ay sonunda, Yargıtay, DEHAP hakkındaki ‘resmi belgede sahtecilik yapıldığı’ kararını onaylamış ve 3 Kasım seçimlerinin tekrarlanıp tekrarlanmayacağı tartışması başlamıştı.

Ekim

"Filistinliler’e karşı uygulanan sokağa çıkma yasakları, kent ve kasabaların yeniden işgal edilmesi, seyahat özgürlüğünün kısıtlanması İsrail için daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu politikalar İsrail'e karşı nefreti arttırıp terorist grupları güçlendiriyor." 

General Moşe "Boogie" Yaalon, İsrail Genelkurmay Başkanı. (İsrail medyasına yaptığı açıklamadan)

Ekim ayında, Irak’a Türk askeri gönderilmesi konusu gündemin ilk maddesiydi. Cumhurbaşkanı Sezer, TBMM Genel Kurul açılışında, ABD’nin 11 bin asker talebi üzerine, kararın Meclis’e ait olduğunu söylüyor, Başbakan Erdoğan da 10 ilâ 15 gün içinde karara varmak isteğini dile getiriyordu.

Irak’a asker gönderilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkeresi, Meclis’te 183’e karşılık 358 oyla kabul edildi. 543 milletvekilinin katıldığı oylamada, 2 milletvekili çekimser kalmıştı. Süresi 1 yıl olarak belirlenen tezkerede, Irak’a asker göndermenin zamanı, kapsamı ve sınırını, Hükûmet’in belirleyeceği vurgulanıyordu. Meclis’in kararı Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya’da sivil toplum kuruluşları tarafından protesto ediliyordu. 1Mart’ta TBMM’nin Türkiye kamuoyunun beklentisi doğrultusunda tezkereyi reddetmesi ile dünya çapında prestij kazanan, hatta Avrupa’da saygın yazar ve tarihçiler tarafından “dünyaya verilen demokrasi dersi” diye nitelenen bu kararın, ABD talepleri karşısında tersine çevrilmesinin olumsuz yankıları dile getiriliyordu. Görüşmeler sürerken Irak Geçici Hükûmet Konseyi’nin Türk askeri gönderilmesini istemediği haberi gelmiş, ancak daha sonra konsey sözcüsü, bu ifadeleri, Türk askeri konusunda endişeleri olduğu şeklinde değiştirmişti. Bu açıklamanın ardından, Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani de söz alıyor ve Geçici Hükûmet Konseyi’nin yabancı askere karşı olduğuna ‘oybirliği’yle karar verildiğini belirtiyordu. Irak’taki Amerikalı sivil yönetici Paul Bremer, Türk askerine karşı çıkan Irak Geçici Hükümet Konseyi’ni ikna edememişti. Öte yandan, Kürt parlamentosu da Irak’a Türk askeri gönderilmesine karşı çıkıyordu.

O günlerde, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliği önünde bomba yüklü bir araç infilak etmiş, ikisi büyükelçilik çalışanı, 8 kişi yaralanmıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer, Meclis’e izin verilmesinin, bu kararın uygulanacağı anlamına gelmediğini söylerken Amerika’nın Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, “Türk askeri Irak’a gitmeyebilir,” diye bir açıklama yaptı. Ardından, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, askerin Irak’a gitmesi konusunda, Amerika’nın önce “gecikmeyin” dediğini, şimdi de kendi içinde tereddüt yaşadığını dile getirmişti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Amerikalılar ile yazışmalar olduğunu belirterek, “beklemedeyiz” diyordu. Nihayet, Cumhurbaşkanı Sezer de, “Türk askeri gitmeyecek gibi görünüyor,” ifadesini kullanmıştı.Ve Türk askeri Irak’a gitmedi. ABD isteği doğrultusunda çıkan karar, gene ABD isteği doğrultusunda “askıya alınmış” oldu. ABD, Irak’ın kaotik ortamında Türkiye’den aceleyle talepte bulunmuş, ancak daha sonra Geçici Hükûmet içindeki Kürt temsilcileri ikna edememişti. Ortam sahiden kaotikti; Bağdat’ta, Amerika’nın Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’in de kaldığı, El Reşit oteline, roketli saldırı düzenlenmişti. Wolfowitz kaldığı odanın bir alt katındaki odayı vuran saldırıdan yara almadan kurtulurken 1 Amerikalı albay ölmüş, 15 kişi de yaralanmıştı. O günlerde, ABD’nin hazırladığı Irak karar taslağı, BM Güvenlik Konseyi’ni memnun etmemişti. Fransa, Almanya ve Rusya, işgalin nasıl sona ereceği konusunda daha açık ifadeler bulunmasını istiyorlardı. Başkan Bush’un seçim kampanyasına yardımda bulunmuş, 70’ten fazla şirketin, Irak ve Afganistan’da yaklaşık 8 milyar dolarlık ihale kazandığı da o günlerde ortaya çıkıyordu.

Amerika’nın en büyük eyaleti California’da, eyalet tarihinin gördüğü en büyük orman yangınları 240 bin hektarlık alanı yok ederken eyaletin valilik seçimlerini, Hollywood aktörlerinden Arnold Schwartzeneger kazandı. Aynı günlerde İran, Atom Enerjisi Kurumu’yla yapmayı kabul ettiği işbirliği çerçevesinde, son 30 yıl içindeki nükleer faaliyetine ilişkin belgeleri kuruma ileteceğini açıklıyordu. Kuzey Kore ise Yong-byon’daki nükleer santralinde çalışmasını sürdürüyor; uzmanlar Kuzey Kore’nin elinde 6 nükleer bomba yapımına yetecek kadar plutonyum bulunduğunu tahmin ediyorlardı.

O günlerde İsrail, Suriye’nin başkenti Şam’a 20 kilometre uzaklıkta bulunan ve İslami Cihad’a ait olduğunu iddia ettiği bir kampı vurdu. Saldırı üzerine BM Güvenlik Konseyi toplanmış ve bunun kabul edilemez bir eylem olduğunu belirtmişlerdi. Başkan Bush ise İsrail’in yaptığının, kendisini savunma hakkı çerçevesinde gerekli olduğunu ileri sürüyordu. İsrail, Suriye’nin militan örgütlere karşı eyleme geçmemesi halinde başka saldırıların da hedefi olabileceğini söylüyor ve bir yandan da Batı Şeria’daki güvenlik duvarının inşasını sürdürüyordu.

Ekim ayında, Çeçenistan’da ve Azerbaycan’da cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. Çeçenistan’da Rusya’nın gözetiminde yapılan seçimi, Kremlin’in desteklediği aday Ahmet Kadirov, oyların yüzde 80’ini alarak kazanmıştı, ama yabancı gözlemciler seçimlerin adaletinden şüpheliydi. Âzerbaycan’ın başkenti Bakü’deyse, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından başlayan protestolar sırasında ölenler oluyor, muhalefet partileri başbakan İlham Aliyev’in kazandığı seçimlerde yolsuzluk yapıldığını öne sürüyor, uluslararası gözlem kuruluşları da bu bulguları doğruluyordu.

Ekim ayının ve yılın en önemli gelişmelerinden biri de, Güney Amerika'nın en yoksul ülkelerinden biri olan Bolivya'da yaşandı. Doğal gazın özelleştirilmesi projesini yürütmeye girişen Başkan Sanchez de Losada'ya karşı görülmemiş bir sokak direnişi başlıyor ve 5 haftalık gösterilerin sonunda 70 küsur kişinin hükumet kuvvetleri tarafından öldürülmesine karşın, Başkan çekiliyor ve Bolivya'da demokratik rejim değişikliği gerçekleşiyordu.

Çin’de çok hayırlı bir gelişme vardı: İlk insanlı uzay aracı Şenzu-5 fırlatılmış bulunuyordu. ‘Astronot’ ve ‘kozmonot’ sözcüklerinden sonra artık ‘taykonot’ sözcüğünü de bellememiz gerekecekti.

Ekim biterken İstanbul Burgazada’da çıkan yangının sabotaj olduğu anlaşılıyor, ‘Bilgi Edinme Hakkı Yasa Tasarısı’ kamuda şeffaflık getirmesi ümidiyle Meclis Genel Kurulu’nda kabul ediliyor ve Cumhuriyet Bayramı’nda ‘resepsiyon krizi’ patlak veriyordu: 29 Ekim’de Çankaya Köşkü’nde verilecek resepsiyon için AKP milletvekillerine gönderilen davetiyelerde eşlerinin çağrılı olmadıkları ortaya çıktı. Meclis Başkanı Bülent Arınç, resepsiyona eşleriyle davet edilmeyen milletvekillerinin infial halinde olduğunu söylüyordu. Resepsiyona, Başbakan Erdoğan ile Bakanlar Kurulu üyeleri katılmış, ancak AKP’li milletvekilleri ile parti yönetimi katılmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer ise konuyla ilgili sorularda, Cumhuriyet’in laik niteliklerine yönelik olumsuz tavırlardan söz etmeyi tercih ediyordu.

Kasım

"Günümüzün iletişim dünyasında bir konuya yayın yasağı koymak, Nasrettin Hoca'nın, etrafında üç duvarı bulunmayan türbesinin kapısına kilit vurmaktan farksızdır." 

Oktay Ekşi, Basın Konseyi Başkanı (İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, kentteki bombalı saldırılara ilişkin basın yayın yasağı getirmesi üzerine)

Kasım ayında, o güne kadar başka ülkelerin canını yakmış olan terör saldırıları bu kez Türkiye’ye, İstanbul’a gelmişti. 15 Kasım’da Kuledibi ve Şişli’deki iki sinagoga yönelik bombalı saldırıları, 5 gün sonra 20 Kasım’da Levent’teki HSBC Bankası Genel Müdürlük Binası’na ve Galatasaray’daki İngiliz Büyükelçiliği’ne yönelik saldırılar izledi. Aralarında Türkiye’ye duyduğu büyük ilgi, sevgi ve Türkçe’ye vukufu ile tanınan Başkonsolos Roger Short’un da bulunduğu elliden fazla ölü, yüzlerce yaralı ve dayanılmaz görüntüler vardı İstanbul’da.

Dışişleri Bakanı Gül, saldırıların uluslararası bağlantılı bir terör olayı olduğunu söylüyordu. Londra merkezli El Kuds El Arabî gazetesi, o günlerde, saldırıları El Kaide’nin üstlendiğini duyurdu. Daha doğrusu, El Kaide’ye bağlı, ‘Ebu Hafz-el Mısrî’ adlı bir grubun. Emniyet birimlerinin isimlerini belirlediği saldırganlar da El Kaide ile bağlantılı çıkıyordu.

İstanbul’daki saldırıların ardından başlayan önemli tartışmalardan biri Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarıyla ilgiliydi. Başbakan ‘islami terör’ ifadesini kullanmak istememişti. Toplumun geniş kesiminde ise terörle mücadelede ismini koymanın da etkili olacağı dile getiriliyordu. Başbakan Erdoğan’ın, AKP’nin tabanını dikkate alarak sözlerini tarttığı da söyleniyordu. Basında dile getirilenler arasında, Emniyet birimlerinde AKP iktidarıyla birlikte başlayan kadro değişikliğinin güç kaybına neden olduğu da vardı.

O günlerde, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, İstanbul ve Ankara’da yeni saldırılar olabileceğine dair elinde bilgi bulunduğunu öne sürüyor; UEFA, Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası maçları için Türkiye’nin güvenli olmadığı sonucuna varıyordu. Diplomatik girişimler sonuç vermeyince, Galatasaray ile Beşiktaş’ın Türkiye’de oynayacakları maçlar, Avrupa’da tarafsız sahalara alındı.

Kasım ayında, Hükûmet, Meclis’ten aldığı Irak’a asker gönderme yetkisini kullanmamaya karar verdiğini açıklarken Başkan Bush’un Britanya gezisi başlıyordu. Bush’un binlerce koruma, ajan ve araçla örülmüş, benzeri görülmemiş bir koruma balonu içinde çıktığı gezi, 150 bin kişilik büyük bir gösteriyle protesto edilirken Daily Mirror gazetesi, Ryan Perry adlı muhabirinin Buckingham Sarayı’nda 2 ay önce işe alındığını ve Bush’un Saray’a gelişini yakından izlediğini yazdı. “Niyetim kötü olsaydı, istediğim her şeyi yapabilecek durumdaydım,” diyordu muhabir Perry.

Dünya güvenli bir yer değildi artık; Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da yaklaşık 10 kişinin ölümüne ve 100 kişinin yaralanmasına yol açan intihar saldırısıyla birlikte Irak’ta işgal güçlerine yönelik saldırılar da artmaya başlayınca Amerikalı sivil yönetici Paul Bremer apar topar Beyaz Saray’a çağrıldı. Bush yönetiminin Irak’taki kaotik halden ve Geçici Yönetim’in performansından memnun olmadığı dile getiriliyordu. Bağdat Uluslararası Havaalanı yakınlarında düşürülen bir Amerikan helikopterinde 15 asker ölmüş, Irak’ın güneyindeki Nâsıriye’de, İtalyan askerlerinin konuşlandığı üsse düzenlenen bombalı saldırıda, 18’i İtalyan, en az 27 kişi yaşamını yitirmiş, 56 Iraklı da yaralanmıştı. Irak’ta, Bush’un zafer ilan ettiği 1 Mayıs’tan o günlere kadar geçen sürede ölen Amerikalı asker sayısı 185’ti. Bu arada, Amerikan doları, Avro karşısında görülmedik ölçüde gerilemiş, ABD’ye döviz girişinde büyük düşüş olduğu ortaya çıkmıştı. Rumsfeld’in Britanya’da “sabuklama” ödülü’nü kazanmasıysa, ayın en sevindirici haberlerinden biri olmuştu.

Ortadoğu’da şiddet sürer, Afganistan’da Taliban, savaş ağaları ve genel kaos yükselirken Asya’nın kuzeyinde, Gürcistan’da sessiz sedasız bir devrim oldu. Ay başındaki Parlamento seçimlerini hile yapıldığı gerekçesiyle protesto eden ve Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze’nin istifa etmesini isteyen onbinlerce muhalif, günlerce Tiflis meydanlarını doldurduktan sonra Meclis’e doğru yürüyüşe geçmişti. Halk Meclis’i basınca, Şevardnadze apar topar kürsüden indirilip korumaları eşliğinde kaçtı, önce istifa etmem dedi, sonra istifa etti ve devlet başkanlığını vekâleten üstlenen, eski Parlamento Başkanı bayan Nino Burcanadze, 45 gün içinde seçimlerin yenileneceğini söyledi.

Türkiye’de AKP hükûmeti için önemli gündem maddelerinden biri Kıbrıs’tı. AB Komisyonu’nun Türkiye’ye ilişkin İlerleme Raporu’ndaki “Kıbrıs’ta çözümsüzlük, Türkiye’nin üyelik sürecine ciddi engel teşkil edebilir” ifadesi, Ankara’da sıkıntı yaratmıştı. Öte yandan, Avrupa Konseyi, Türkiye’nin, Kıbrıslı Rum Titiana Luizidu’ya maddi tazminatı, en geç 19 Kasım tarihine kadar ödemesini de istiyordu. Türkiye, Ekim ayında, söz konusu tazminatı ödemeyeceğini ifade etmişti.

Buruk bir Kasım ayının sonuna gelinirken Michael Jackson’a çocuklara yönelik cinsel taciz gerekçesiyle tutuklama kararı çıkıyor, Türkiye’de bir sanık türbanlı olduğu gerekçesiyle mahkeme salonundan çıkarılıyor, BM dünyanın AIDS ile nihai savaşı kaybetmek üzere olduğunu duyuruyordu. Bir de, dünyada yetersiz beslenenlerin sayısının 850 milyona yaklaştığını ve maymun türlerinin tümünün de 50 yıl içinde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduklarını duyuruyordu BM.

Aralık 

"Bize okulda öğrettikleri şuydu: Komünizm diktatörlüğe götürür; kapitalizm de demokrasiye. Ama, Bush yönetiminden gördüğümüz, ikinci önermenin her zaman doğru olmadığı. Serbest piyasa bir toplumu demokratikleştirirken, dizginlenmemiş kapitalizm, kaçınılmaz olarak hükûmetin şirketlerin denetimi altına girmesine yol açar... Avrupa'da faşizmin 1930'lardaki yükselişi, şirket gücünün nasıl demokrasinin altını oyacağı konusunda pek çok dersle doludur." 

Robert F. Kennedy, ABD Doğal Kaynakları Savunma Konseyi sözcülerinden.

Saddam Hüseyin, işgalin başlamasından 9 ay sonra, Aralık’ın ortasında, Tikrit’te, ilk siyasi suikast girişiminin ardından saklandığı yerin 200 metre ötesinde 44 yıl sonra yakalandı. “Örümcek yuvası” diye tanımlanan bir delikte. Korku dolu bir ifadeyle, ağzının içine tutulmuş küçük bir fenerle doktor muayenesinden geçirildiğini gördük. Vatikan sözcülerinden bir piskoposun kınayan ifadesi ile, bir sığırı muayeneden geçiriyormuş gibiydi ABD askeri hekimi. Saddam’ın saçı sakalı birbirine karışmış bir haldeydi. Örümcek yuvasının üstündeki leş gibi “sığınak”ta ise biraz çikolata, biraz sucuk ve kirli çamaşırlar bulundu. Elinin altında bir tabanca ve 750 bin dolar bulunuyordu. Tabancayı, kendi dahil, kimseye çevirmemiş ya da çevirememişti. 750 bin dolar artık işine yaramayacaktı. Kendisi için konan 25 milyon dolarlık ödülün ise kimin işine yarayacağı belli değildi. Amerikalı yetkililer, Saddam Hüseyin’in yerinin yakınlarından alınan istihbarat sayesinde tespit edildiğini belirtiyorlardı.

Saddam Hüseyin’in yakalanmasının ardından Irak’ın çeşitli kentlerinde sevinç gösterileri vardı, Başkan Bush, büyük bir zafer kazanıldığını söylüyor, piyasalar da –alışıldık deyimle– coşuyordu. Eski Irak liderinin perişan bir halde ele geçmesinin ardından ABD güçleri de Irak direnişine karşı, Nazilerden esinlenen adlar takılan büyük bir operasyonlar zinciri başlatmıştı. Devrik liderin nerede, kimlerce, nasıl yargılanacağı büyük bir sorun olabilirdi; başta Rumsfeld olmak üzere pek çok önemli ABD ve Batı yetkilisi ile sayısız ekonomik, askeri bağı vardı onun çünkü. Ünlü Ortadoğu muhabiri Fisk’in deyişiyle önce I2 yıl boyunca Batı’nın has adamı, sonraki 12 yıl boyunca da can düşmanı olmuş bu adamın bize anlatacakları ürkütücü olabilirdi. Uluslararası mahkemelerin yargı yetkisini asla kabul etmeyen ABD, Saddam’ın “dünya derin devleti” ile olan bağlarını dünya mahkemelerinde anlatması halinde, derin devletin başı olarak kendini zor durumda bulabilirdi.

Saddam’ın yakalanması, Bush’un seçim şansını yükseltebilirdi, ama seçime daha 11 ay vardı, neler olur belli değildi... Bir de, o yakalandıktan sonra, Irak’ta direniş ve isyan azalmamış, artmıştı, o da iyiye işaret değildi. 

Irak’ta, Hüseyin’in yakalandığı güne kadar, sadece Aralık ayı içinde meydana gelen saldırılarda 7 İspanyol subay, 2 Japon diplomat ve 2 Koreli işadamı öldürülmüş; umutsuz ve aç bir grup insan, cinnet içinde, öldürülenlerin cesetleri tekmelenmiş, çiğnenmişti. ABD’nin Demir Pençe, Demir Çekiç, Demir Adalet operasyonları ay sonuna kadar sürecek, ancak Bağdat’ın merkezindeki otellere, Batılı merkezlere yönelik saldırıları, Saddam Hüseyin ele geçtikten sonra da, önlemek mümkün olmayacaktı. “Bayanlar ve Baylar, onu enseledik!” diyen Bağdat Valisi Bremer, bu açıklamasından iki hafta sonra, kendisine yönelik suikast saldırısından, aracının zırhının kalınlığı sayesinde kurtulduğunu da açıklayacaktı.

Aralık ayında, Başkan Bush, yeni nesil nükleer silahlarla ilgili araştırmalara milyonlarca dolarlık bütçe ayrılmasını öngören bir yasayı imzalarken bir gelişmeye fazlasıyla sıkıldı: Halliburton şirketi, Irak’taki Amerika birliklerine rayicin iki katı pahalı benzin satmakla suçlanıyordu. Bir dönem, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney tarafından yönetilmiş olan ve halihazırda da Cheney’e yılda 1 milyon dolar ücret ödemeye devam eden Halliburton, Kuveyt’ten Irak’a benzin taşınmasına yönelik bir ihaleyi kazanmıştı. Esasen, Irak, bir bütün olarak belki de dünya tarihinin gördüğü en büyük özelleştirme ve satış operasyonuna tabi tutulmuş, ihaleler yalnızca ABD ve onunla işgale ortak olan ülkelerin şirketlerine verilmişti.Bu arada, 2003 sona ererken ABD, AB’nin ve Japonya’nın yaptırım uygulamaya başlamaları üzerine, çelik ithalatındaki gümrük duvarını 20 yıldan sonra kaldırmaya karar vermişti.

Ortadoğu’da, İsrail Başbakanı Şaron, Batı Şeria’da inşa edilen güvenlik duvarının yapımını hızlandıracağını söylemiş, BM ise Genel Kurul’da duvarın Uluslararası Adalet Divanı’nda tartışılmasını istemişti. Öte yandan, İsviçre’nin Cenevre kentinde biraraya gelen bir grup İsrailli ve Filistinli muhalif ise gayrıresmi bir barış belgesi açıklamışlardı. İki tarafın da önemli tavizler vermesini öngören belgede, bir Filistin devleti kurulması karşılığında, Yahudi yerleşim birimlerinin büyük bir bölümünün boşaltılması öngörülüyordu. Aynı günlerde, Filistinli gruplar İsrail ile bir defa daha sınırlı ateşkes ilan edilmesi konusunda anlaşamadılar. Filistin kasabalarına İsrail’in baskınları da devam ediyordu.

Aralık’ta iki büyük patlama haberi de Rusya’dan geldi. Çeçenistan sınırı yakınlarında bir yolcu trenine yönelik intihar saldırısında, yaklaşık 40 kişi hayatını kaybetmişti. El Cezire televizyonu, intihar bombacısının, Çeçen komutan Şamil Basayev’in, eşleri Ruslar tarafından öldürülen Çeçen kadınlardan oluşturduğu grubun üyesi olduğunu öne sürdü.

Rusya’da Parlamento’nun alt kanadı Duma için yapılan seçimlerde, Devlet Başkanı Vladimir Putin’i destekleyen Birleşik Rusya Partisi, açık farkla, ilk sırada yer alırken bu kez Moskova Kızıl Meydan’da bir intihar saldırısı meydana geldi. Saldırının gerçekleştiği yere bakılırsa bu kez hedefin doğrudan Parlamento binası olduğu ifade ediliyordu.

Aralık ayında KKTC’de seçimler vardı ve seçimler, aslında Annan Planı için bir referandum olma özelliği taşıdığından çok önemliydi. Kıbrıs’ta, Annan Planı’nın KKTC’yi yok etmek anlamına geleceğini söyleyen iktidar partileri ile uluslararası hukuk çerçevesinde tanınmak için Annan Planı’nın görüşme zemini olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyen muhalefet ciddi bir çekişme içindeydi. Avrupa Birliği bünyesinden aktarılan görüşlerde, Kıbrıs’ta çözümün Türkiye’nin adaylığını kolaylaştıracağı, dolayısıyla Annan Planı’nın dikkate alınması gerektiği ifade ediliyor, buna karşılık olarak da Cumhuriyet’i tehlikede gören Cumhurbaşkanı Denktaş, tarafsız konumunu bir kenara bırakarak meydanlara iniyor ve Annan Planı’nın sakıncalarını anlatıyordu. O günlerde, AKP Hükûmetinin, Luizidu davasıyla ilgili 1 milyon 120 bin avroluk tazminâtı ödemesi, bir sinyal olarak değerlendirildi. Türkiye, Kıbrıs seçimlerinden önce uluslararası hukukun kararını benimsediğini gösteriyordu.Kıbrıs seçimlerini muhalefet birkaç puan farkla kazanmış olsa da iktidar partileriyle muhalefet partilerinin Meclis’te sandalyeleri eşit paylaştığını söylemek daha doğruydu. KKTC halkı, bir bütün olarak statükodan hoşnut değildi.

Asıl önemli olan, muhalefetin oylarını kaydadeğer oranda, yaklaşık üç kat, arttırması, iktidar partilerinin önemli oranda oy kaybına uğraması ve bunun da KKTC’de özellikle genç kesimin dünyadan yalıtılmış olmaya artık dayanamadığını göstermesiydi. Çok geçmeden, ‘erken seçim’ tartışmaları da gündeme geldi.

Ay sonuna doğru, İtalya’nın simgesi haline gelmiş gıda şirketi Parmalat’ın muhasebe hesaplarında yolsuzluk yapıldığı ve şirketin borcunu ödeyemez durumda olduğu mahkeme tarafından tespit edildi. 10 milyar dolara ulaşması beklenen büyük açığıyla, Parmalat da İtalya’nın Enron’uydu. Bunlar olurken, Türkiye’de, Meclis Genel Kurulu, eski Başbakan Mesut Yılmaz ile 5 eski bakan hakkında, Türkbank ihalesinde yolsuzluk iddiaları yüzünden soruşturma komisyonu kurulmasına karar veriyordu. Ayrıca, eski bakanlar Hüsametin Özkan ile Recep Önal hakkında, Halk Bankası’nın zarar etmesine yol açtıkları ve Cumhur Ersümer ile Zeki Çakan hakkında da doğal gaz alımlarında yolsuzluk gerekçeleriyle önergeler verilmişti. AKP hükûmetinin yolsuzluk defterlerini aralayacak olması memnuniyetle karşılansa da Meclis Araştırma Komisyonu’nda, AKP milletvekillerinin oyuyla “dokunulmazlıklara dokunulmaması”nın kararlaştırılması ve buna gerekçe olarak da yargıya güvenin az olmasının gösterilmesi en azından hayretle karşılandı. Üstelik, Meclis Dokunulmazlıkları Araştırma Komisyonu Başkanı Hüsrev Kutlu, farklı düşünüyor; “dokunulmazlığın kaldırılması durumunda yargının daha da güçleneceği gerçektir,” diyordu.

O günlerde, Yargıtay, ünlü ‘kayıp trilyon’ davasında, kapatılan Refah Partisi’nin Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a “özel belgede sahtecilik” suçundan verilen, 2 yıl 4 ay hapis cezasını oybirliğiyle onaylamıştı. 77 yaşındaki Erbakan’ın yıl biterken hapse girmesini, bir tıbbi heyet raporu bir yıllığına engelleyecekti.

2003 yılının son günlerine, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac sayesinde, büyük bir tartışmayla geldik. Chirac, Fransa’da, “öğrencilerin okulda belirgin dini semboller taşımasını yasaklayan bir yasa”yı kabul etmişti. Öğrencilerin okulda türban ya da kippa takmalarını ya da haç taşımalarını yasaklayan yasa üniversiteleri ve kamuya açık yerleri kapsamıyordu, ama hem Türkiye’deki hassasiyet, hem de Avrupa’nın liberalizm ve demokrasi anlayışının yeniden sorgulanmaya başlaması konuyu başlıbaşına sıcak bir mesele haline getiriyordu.Öte yandan, AB liderlerinin Brüksel zirvesi de tam anlamıyla başarısızlıkla, hatta fiyasko sonuçlanmış; AB Anayasa Taslağı hakkındaki görüşmeler tıkanıp kalmıştı. Polonya ile İspanya, kalabalık nüfuslu ülkelere daha çok söz hakkı sağlayacağı gerekçesiyle, taslaktaki oylama sistemine kesinlikle karşı çıkmışlardı. Rumsfeld’in terimiyle “eski Avrupa ve yeni Avrupa” diye ikiye ayrılan ihtiyar kıt’anın, ayrıca “iki vitesli” bir kıta mı olacağı sorusu sorulmaya başladı.

Türkiye’nin sporda kötü haberi, futbol hüsranı, Milli takımın Estonya’ya elenip Avrupa Şampiyonası dışında kalması, Beşiktaş ve Galatasaray takımlarının da Şampiyonlar Ligi ilk turundan ileri gidememesi ile ortaya çıktı; Gaziantep ve Gençlerbirliği’nin başarıları hüsranı ancak kısmen giderebilecekti.

İyi haberse, ülkede ekonomik programın genel olarak iyi bir tablo çizmekte olmasıydı. 2004’e girerken 8 kritik noktaya dikkat ederek ihtiyatlı iyimserliğe devam ediyorduk.

Ülkesindeki tartışmalı seçimler ve yaşayıp yaşamadığıyla ilgili sayısız iddiadan sonra, tedavi gördüğü ABD’de yaşamını yitirdiği kesinleşen, eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, Bakü’de toprağa verilmişti. Aliyev’in cenaze töreninde yaklaşık 1 milyon kişi vardı. Törene büyük bir heyetle katılan Başbakan Erdoğan’ın, döndükten kısa bir süre sonra, bir holding bünyesi içinde Cola Turca da dahil bir dizi meşrubat dağıtımını üstlenen yeni bir şirkete ortak olduğu açıklandı.

Yılın son günlerinde felaket ve korku haberleri birbirini kovaladı. Antalya’yı sel aldı. İran’da İslamiyetten de Hazreti İsa’dan da önce kurulmuş kadim Bem şehrinde bir deprem onbinlerce insanın kerpiç evlerini o insanların başına yıktı. ABD’de teröre karşı Turuncu alarm verildi ve dörtbir yanı terör korkusu sardı. “Deli dana” hastalığına yakalandığı resmen açıklanan tek bir inek, ABD’nin o muazzam et endüstrisini ve hatta onun dev ekonomisini sarsıntıya uğratacak gibi oldu. Pakistan liderine 11 gün içinde kıl payı kurtulduğu iki ölümcül suikast yapıldı. Şiilerin kutsal kenti Kerbela’da yapılan saldırılarda, çeşitli ülkelerden 18 asker öldü. Bush’un gemide zafer ilânından sonra resmi rakamlara göre, öldürülen Amerikan askerlerinin sayısı 300’e ulaştı, ilk bombardımandan itibaren öldürülenlerin sayısı ise 500’e yaklaştı, 2003 yılında dünyada 83, Irak’ta 18 gazeteci öldürüldü... Savaşın esas sebebi olduğu söylenen kitle imha silâhları bulunamadı. Blair Noel gecesi İngiliz askerlerine bunların bulunduğunu söyledi, ama Bremer bu bir balon dedi, galiba o doğru söylüyordu... Irak’ta işgalin dokuzuncu ayı biterken elektrik, benzin ve sivillere para da bulunamıyordu.İsrail, güvenlik gerekçeleriyle bir “ihtilâttan men” kararı aldı; yani işgal altında tuttuğu Filistin topraklarını dünyaya “kapattı”, Bir başka kapatma kararı da yılın kendisinden geldi: 2003 yılı, beklenen rekoru kıramadıysa da, ilk gelen verilere göre, yeryüzünde yaşanmış en sıcak üçüncü yıl olarak mevsimi başarıyla kapattı.

Senenin sonunda, korkunç Bem depremindeki ölümler ve doğumla ilgili bir haber kalmıştı kulağımızda:Amerika’da, yumurtayı dölleyebilen, yapay sperm üretilmişti.

Ve bir de, çok karmaşık bir teknikle, kâinatın doğumunun, Big Bang’in sesi, 14 milyar yıl önceki hali ile kurgulanmış ve kaydedilmişti.

Devamı seneye...

Kabristan 2003